🔫 Fatır Suresi 32 Ayet Tefsiri

50Kaf Suresi 32. Ayeti Kerime Mealleri: A. GÖLPINARLI : İşte denecek, size, mâbûduna tövbe eden, emri, iyiden iyiye koruyan herkese vaadedilen bu. ADEM UĞUR : İşte size vâdedilen cennet! Ki o, daima Allah´a yönelen, (O´nun buyruklarını) koruyan, ALİ FIKRİ YAVUZ : İşte bu, sizin (dünyada) vaad olunduğunuz şey! FâtırSuresi Türkçe Meali, Fâtır Suresi'nin yazılışı okunuşu ve anlamı, Fâtır Suresi sesli dinle Fâtır Suresi, 32. Ayet Meali; Fâtır Suresi, 33 İsraSuresi 32. Ayet Tefsiri - Mehmet Sürmeli hızlı kargo, uygun fiyat ayrıcalığı ve taksit seçenekleriyle Eganba.com'dan satın alın! NisaSuresi 32. 33. Ayet Tefsiri ŞablonSadeleştirilmiş ET Sure Formülleri Sure Formülleri Furkân Suresi 32-44 Ayetleri Mevdudi Tefsiri 32- Küfredenler dediler ki: "Kur'an ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil miydi?" Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırıp-pekiştirmek için onu böylece (ayet ayet indirdik) ve onu 'belli bir okuma düzeniyle (tertil üzere) düzene koyup' okuduk. http//www.videolutefsir.com/ Enam Suresi 31 32 33 34 35 ayet tefsiri - Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı vaazın tamamını izlemek için sitemizi ziyaret ediniz. MaideSuresi 27. 32. Ayet Tefsiri kZeo. ❬ Önceki Sonraki ❭ ثُمَّ أَوْرَثْنَا ٱلْكِتَٰبَ ٱلَّذِينَ ٱصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا ۖ فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِۦ وَمِنْهُم مُّقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌۢ بِٱلْخَيْرَٰتِ بِإِذْنِ ٱللَّهِ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ ٱلْفَضْلُ ٱلْكَبِيرُ İbni Kesir Sonra Biz; kitabı, kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Onlardan kimi nefsine zulmedicidir, kimi de muktesiddir. Kimi ise Allah´ın izni ile hayırlara koşandır. İşte bu; büyük lutfun kendisidir. Meallere göre Fâtır Suresi 32. Ayet Tüm Mealler Fâtır 32 Elmalılı Hamdi Yazır Orijinal Fâtır 32 Diyanet İşleri Başkanlığı Fâtır 32 Elmalılı Hamdi Yazır Fâtır 32 Ali Fikri Yavuz Fâtır 32 Diyanet Vakfi Fâtır 32 Elmalılı Hamdi Yazır Sade Fâtır 32 Elmalılı Hamdi Yazır Sade 2 Fâtır 32 Fizilal-il Kuran Fâtır 32 Hasan Basri Çantay Fâtır 32 İbni Kesir Fâtır 32 Ömer Nasuhi Bilmen Fâtır 32 Tefhim-ul Kuran Fâtır 32 Kuran Yolu Fâtır 32 Fatır Suresi TefsiriElmalı Tefsiri1- Göklerin ve yerin yaratıcısı, yani bütün alemi yokken yaratan, fıtratını ilk başta yoktan var eden yahut yaran, yoktan varlığa çıkaran ve yine yaratacak, “Gök yarıldığı zaman.” İnşikak, 84/1 ve “Gök yarıldığı zaman.” İnfitar, 82/1 hükmünü yerine getirecek olan. En’am Sûresi’nde de geçtiği üzere, “Fatara” aslında yarmak mânâsınadır. Rağıb, uzunluğuna yarmak der. Bundan daha önce örneği geçmeksizin ilk olarak yaratmak mânâsına meşhur olmuştur. Bu mânâya göre “Fatır” ilk yaratmaya göredir. Ve di’li geçmiş zaman mânâsına olacağı için, izafet-i maneviye olarak “marife” olup Allah kelimesine sıfat olmuştur. Bu şekilde ahirete, ikinci yaratılmaya işareti, intikalî ve istidlalî olmuş olur. Bununla birlikte bazı tefsir bilginlerinin dediği gibi, yarmak mânâsından ismi fail olması da mümkündür. Bu şekilde biz bundan “Gök yarıldığı zaman” İnfitar, 82/1 ifadesindeki “İnfitar”ı yarılmayı da anlamak isteriz ki, bu durumda ahiret yaratılması dahi açıklanmış olur. Ancak yaratacak demek olan bu mânâ gelecek zamana ait olduğu için, “Fatır” dilbilgisi açısından amil başka kelimelerde amel eden olarak “lafzî izafet” olacağından marifelik kazanmaz ve Allah ismine sıfat olmaması gerekir. O halde iki ihtimal kalır Birisi bedel yapılmak, birisi de “Din gününün sahibi.” Fatiha, 1/3 gibi süreklilik ve sebat kastolunarak geçmiş zaman ve gelecek zaman, kapsamaktır. En uygunu da budur. O halde hem ilk yaratılmayı, ve hem ikinci yaratılmayı kapsayarak mânâ işaret ettiğimiz gibi şu olur Gökleri ve yeryüzünü yaran ve ayıracak olan, dünyayı yarattığı gibi ahireti de yaratan ve melekleri elçiler yapan, yani kendisinden kullarının şuurlarına tebliğ vasıtaları, peygamberlere vahiy, salih insanlara ilham, akıllara doğru düşünme fikrini getiren araçlar, yahut kudretini, eserlerini yaratıklarına iletici vasıtalar kılan, öyle ki ikişer üçer, dörder çok “Cenah” kelimesinin çoğuludur. Cenah da kanat demektir. Meşhur olan budur. Bir şeyin kol ve kanat gibi şubelerine ve cihetlerine dahi denilir. Meleklerin “cenahları”nın gerçek yüzünü ve nasıl olduğunu ise Allah bilir. Gerçi cenah kelimesini cihet ile tevil edenler de olmuştur. İfadenin akışından anlaşıldığına göre, burada zikrolunan sayılar tam sayıyı belirleme ve sadece bu kadar olduğunu ifade etmek tahsis için değil, çokluğu beyan etmek içindir. Buna göre dörtten yukarı kanadı olan melek yok demek değildir. Gerçi Buharî Müslim, Tirmizî, “Andolsun ki o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını görmüştür.” Necm, 53/18 âyetinde İbnü Mes’ud hazretlerinden rivayet etmişlerdir ki, Resulullah Cebrail’i altı yüz kanatla görmüştür. Tirmizî’nin Hz. Aişe’den rivayetine göre de Resulullah Cebrail’i kendi şekliyle ancak iki kez görmüştür. Bir kere Sidre-i Münteha’nın yanında, bir kez de Ciyad atlar içinde ki altı yüz kanadı vardı, ufku kapatmıştı. Gerçekten dörtten fazla olabileceğini de anlatmak için buyuruluyor ki yaratmada dilediği kadar artırır. Dolayısıyla meleklerin kanatlarını daha çok yapabileceği gibi, diğer yaratıklarında da dilediği artırmayı yapabilir. Mesela güzel yüzler, güzel sesler, güzel saçlar, güzel hatlar, gözlerde güzellik, boy ve endamda hoşluk, incelik, biçimde uyumluluk, organlarda tamamlık, güçte şiddet, akılda keskinlik, görüşte ve düşüncede verimlilik ve bereket, kalbte cesaret, ruhta hoşgörü, dilde güzel ifade, konuşmakta yeterlilik, işte beceriklilik ilh… Neler, ne mükemmellikler, ne fazlalıklar yaratır. Bu yüzden Allah’ın yaratışını sınırlı suretlerle sınırlamaya kalkışmamalıdır. Şüphesiz ki Allah her şeye için şartı ifade eden edat, Allah insanlara rahmetinden her neyi açarsa, hazinesinin rahmetinden herhangi bir rahmeti, maddî veya manevî herhangi lutfu ve nimeti açar salıverirse, artık onu, o rahmeti başka tutacak yoktur. Yağar da yağar, ilâhî feyz coşar da coşar. Her neyi de tutarsa onu da ondan başka salacak yoktur. Ve O, öyle aziz öyle hakimdir. Aziz, iradesine, kudretine karşı gelinmek ihtimali yok, hiçbir kayıt ve şartın tesiri altında bulunmayan, hiçbir kanun ile kayıtlı olmayan, istediği harikayı yapan yenilmez galibtir. Bununla birlikte hakîmdir de izzet ile fail olduğu gibi, hikmet ile de faildir. O’nun yaratmasından hikmetler, kanunlar çıkar, bu sayede ilimler fenler edinilerek sebeplerine sarılmakla nimetlerine erilir. İzzetinin sınırına yanaşılmaz, yani eserlerinin hikmetinden çalışma ve çabalama ile yararlanılır. İzzet ve rahmetiyle peygamber, kitap gönderir. Hikmetiyle din ve ilim Ey insanlar, bütün insanlar! Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Düşünün ki sizi izzet ve hikmetinden yararlandırmak üzere emanetin ortaya çıktığı insan yaratmış. Allah’tan başka yaratıcı var mı? Niçin siz O’nun nimetini düşünmeyip, Allah için çalışmayıp da başkalarına kul olacaksınız. O size gökten ve yerden rızık veriyor, eğer O vermezse diğer vasıtaların hepsi hükümsüz kalır; çünkü şimdi geçtiği üzere O’nun tuttuğunu başkası koyuveremez. O’ndan başka kulluk edilecek Tanrı yoktur. O halde siz nasıl çevirilirsiniz, nasıl da O’na şirk koşar, başkalarına taparsınız?4- “Eğer seni yalanlarlarsa..” Bu âyet peygambere teselli veren bir Allah’ın vaadi mutlaka haktır. Ahiret gelecek, o cezalandırma ve mükafat verme herhalde olacaktır. O halde Sakın dünya hayatı sizi mağrur etmesin, aldatmasın. Bugün keyfimize bakalım da yarın ne olursa olsun demeyin. Dünyaya dalıp da ahirete dair görevlerinizi unutmayın. Dünya için ahiretinizi feda etmeyin; çünkü gençlik uçup ihtiyarlık çöktüğü gibi, dünya her ne olursa bir rüya gibi gelir geçer, ahiret ebedî olmak üzere gelir çatar. Ve sakın o çok aldatıcı mağrur şeytan sizi Allah ile de aldatmasın, Allah’a da mağrur etmesin. Yani Allah kerimdir, Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Allah her şeye vekildir diyerek günahlara, tenbelliklere sefihliklere sevketmesin, görevlerinizi kötüye kullandırmasın. Gerçi Allah öyledir. Fakat öyledir diye mağrurlanmak, Allah saygısını duymamak, izzetini ve celalini hesaba katmamak, Allah’ın cezasını tanımamak gibi bir cinayet ve aynı zamanda Allah’ın iman ile çalışan salih kullarına vaad olunan nimetlerinden mahrumiyettir. Çünkü küfür ve küfran edenlere şiddetli azab, iman ile salih amallere çalışanlara bağışlama ve büyük bir ecir vardır. Bunu mukayese ile anlatmak için buyuruluyor ki8- Ya artık o kimsede mi ki, âyetin aşağı kısmını yukarısının bir kolu, bir dalı yapma, de bunu inkâr içindir. Cümlenin haberi yüklemide gizlidir. Yani iman edip salih ameller yapan kimselere mağfiret ve büyük bir ecir var diye, onun tersi olan o mağrur kimsede mi onun gibi olacak ki kendisine kötü ameli süslü gösterilmiş, hırsı şehvetle allanmış pullanmış cazibeli, hem zevkine, hem menfaatine uygun, sonu iyi gelecek bir amel gibi hoş gösterilmiş de onu güzel görmüş, vehminin kuruntusu ve hevesleri aklına baskın gelmiş, şehvetlerinin sarhoşluğu gözünü gönlünü içerim ki nihayet beni benim katımda güzel diyen, kendini bilmeyecek derecede sarhoş gibi tersi dönmüş, batılı hak, kötüyü iyi, fenalığı güzel görür olmuştur. İşte alçak bir hayata aldanan bu hale geleceği gibi, Allah gafur diye günahlarda ısrar eden mağrurlar da bu hale gelir. Bir insan böyle kötüyü iyi görecek kadar şaşkın ve vicdansız nasıl olur diye hayret etme! Çünkü Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir? Peygamberlerine ve onlara uyanlara hidayet verdiği gibi, şeytanlara ve onlara uyanlara da sapıklık verir. Onun için nefsin onlara iç yangısı ile, üzüntülerle geçmesin. Üzülme de görevine bak. Allah onların ne sanatlar yaptıklarını ve yapacaklarını da bilir. Yani onları en başta öyle şaşırtması hikmetsiz, sırf zorla olmadığı gibi, sonunda da yaptıklarını yanlarına bırakacak değildir. Şüphe yoktur ki kötüyü iyi gören sonunda iyilik görecek değildir. Elbette onlar salih amel yapan müminler gibi, mağfiret ve ecre erecek değiller, bir gün gelip belalarını o nasıl ve ne zaman olacaktır denilirse, bunun bir inkılap değişim ve nüşur ile olacağı anlatılmak üzere buyuruluyor ki “Rüzgarları gönderen Allah’tır…” İşte “nüşûr” da böyledir. Böyle bir inkılap ile durgun hevesleri harekete getirerek göklere yükselecek bulutlar gibi yetenekli unsurları coşturarak yararlı rüzgarlara benzer ilâhî bir cereyanın sevk ve idaresiyle bir ölü beldeye nasıl bir hayat veriliyorsa, hesap için ölülerin dirilmesi demek olan “nüşur”, yani öldükten sonra dirilme de işte öyle bir kıyam ve kıyamet iledir. Nüşur kelimesi için Furkan Sûresi, 25/3. âyetin tefsirine bkz.10- Her kim izzet istiyorsa, zillet ve hakaretten kurtulup şerefli, haysiyetli, kuvvetli olmak arzu ediyorsa bilsin ki, izzet tamamı ile Allah’ındır. Dünyada da Allah’ındır; ahirette de Allah’ındır; dolayısıyla izzet isteyen şuna buna tapmakla kendisini zelil etmemeli, hepsini geçip Allah’a yükselmelidir. Fakat O’na hoş kelimeler yükselir. Onu da salih amel TAYYIB Başta, Kelime-i tevhit olmak üzere tesbih sübhanellah, tahmid elhamdülillah, tekbir Allahü ekber, dua, istiğfar ve zikirler gibi hoş kelimelerin hepsini içine alır. Ve bunların ilâhî arşa yükselip de “Gerçekten iyilerin kitapları hiç şüphesiz illiyyîn’dedir.” Mutaffifîn, 83/18 buyurulduğu üzere makbul ameller defterine yazılması, ancak bunları tahakkuk ve tasdik ettirecek salih amellere yaklaşmakla olur. Hz. Peygamber rivayet edildiği üzere hoş kelimelerdir. Bir kul bunu dediği zaman melek onunla semaya çıkar, onu Rahmân’ın katına arzeder, fakat salih amel olmazsa kabul olunmaz. Yine hadiste yer almıştır ki, Allah Teâlâ bir sözü amelsiz kabul buyurmaz, sözü, ameli, niyeti de ancak sünnete uygun olmakla kabul buyurur. Kısacası izzeti elde etmek sözlü ve fiilî itaat ile olur; yoksa gurur ve tembellik, şeytanlık ve kötülüklerle değil. Çünkü Seyyiat, türlü türlü kötülüklere tedbir alan şeytanlık ve entrika ile uğraşanlara veya riyakarlık yapanlara gelince “Onlar için şiddetli bir azab vardır. Onların tuzakları darmadağın olur.” Kureyş’in, Darunnedve’de Peygambere yapmak istedikleri hileler gibi bozuk çıkar başlarına izzeti ve diriltmesi ve nüşûrun doğruluğu diğer âyetlerle de açıklanarak buyuruluyor ki “Allah sizi bir topraktan yarattı..” Bu öyle bir gerçektir ki maymundan yaratıldıklarını iddia edenler bile, daha önce topraktan sonra da bir nutfeden spermden geldiklerini inkâr edemezler. İstidlal zincirinde bir halka daha itiraf etmiş olurlar. Bütün bunlar, Allah Teâlâ’nın tabiatlar üzerindeki izzet ve hakimiyetini gösterir; nitekim sonra sizi çiftler yaptı, o nutfeden spermden sade erkek değil, dişiler de yaptı ve evlenme kanunu koydu, hem bunları yapıp da bırakıvermedi. Herhangi bir dişinin hamile kalması ve çocuğunu doğurması hep O’nun ilmiyledir. Dolayısıyla gizli günah yapmak isteyenler de bilmelidirler ki Allah yaptıklarını bilir ve ne yaşatılana ömür verilmesi ne de ömründen eksiltilmesi, yani doğmadan ölmesi veya az yaşaması veya yaşadıkça ömrünün tükenmesi olmaz ki herhalde bir kitapta yazılı olmasın, yani hiçbirisi gelişi güzel bir tesadüf ile değil, herbiri mutlaka ilahi ilimde takdir edilmiş ve levh-i mahfuzda yazılmış olarak meydana gelir. Bu kadar parçalar nasıl bilinir diye uzak görmemelidir. Çünkü o, Allah’a göre kolaydır. Onun için O’na göre öldükten sonra diriltmek de “İki deniz bir değildir.” Bu da tabiatın hakim olmadığını ispat eder. Burada mümin ile kâfirin veya dâr-ı İslam ile dar-ı küfrün de temsil yoluyla farkına bir işaret vardır. Biri tatlı biri acıdır taze et, evet acı denizde tatlı balık oluyor, acı sularda da. Demek ki muhitin okyanusların-çevrenin tabiatı üstünde yaratıcının etkisi ile böyle de görülüp duruyor. Giyineceğiniz bir süs, bir ziynet de çıkarıyorsunuz. İnci, mercan gibi takılan ziynetler. Fakat bunların tatlı sulardan çıkarıldığı bilinmediğine göre “Her birinden” kaydına bağlanması dikkat çeken bir nokta “O, geceyi gündüze sokuyor..” Bu da ilâhî izzetin zaman üzerinde dahi hakim olduğunu ve bütün değişikliklerin onun hükmüyle cereyan ettiğini gösterir. Kısacası “İşte Rabbiniz budur. Hükümranlık O’nundur. O’ndan başka taptıklarınız ise, bir çekirdek zarını bile idare edemezler.”KITMİR Aslında hurma ile çekirdeğinin arasında ince zar veya çekirdeğin arkasındaki ince pürüz demek olup sonra hakîr ve küçük olan şeylerde mesel olmuştur. Nitekim dilimizde “Nıkır kıtmır” diye Sana bir şeyden haberdar olan gibi, yani habîr olan Allah gibi haber veren olmaz, Allah’tan başkası peygamberlik Sizsiniz Allah’a muhtaç fakirler, cümlesinde müsnedin öznenin marife elif lamlı olması kasr ancak, sadece, yalnız anlamı ifade eder. Yani din ve ibadet Allah’ın ihtiyacı değil, insanların ihtiyacıdır. Hem yarattıkları içinde Allah’a ihtiyacı en çok olan fakirler sadece insanlardır. İnsan “İnsan da zayıf olarak yaratılmıştır.” Nisâ, 4/28 ifadesine göre zayıf olarak yaratılmış olmakla, hangi mertebede olursa olsun hiçbir zaman Allah’a ihtiyaçtan kurtulamayacağı gibi, emaneti taşıyan insan ruhunun duyduğu ihtiyaç o kadar çoktur ki, onun yanında diğer yaratıklara fakir bile denmez. İnsanın bu ihtiyacını tatmin etmek için de Allah’tan başka mabud bulunmaz. Başkaları bir kıtmire bile malik değil Allah ise ganiydir. Hiçbir ihtiyacı olmayan ve her şeyden müstağni, tam mânâsı ile zengin, ganiy O, yalnız O’dur. O sizin ibadetinize muhtaç olmadığı gibi, bütün ihtiyaçlarınızı tatmin edebilecek güce de sahiptir. Öyle, fakat bakalım, korur gözetir mi dersiniz? Hem hamiddir. Hamd ve şükür ile kendisine tazim ve ibadet olunacak veliyy-i nimet de ancak O’dur. Gerçekte O’ndan başka nimet veren, O’ndan başka hamd ve tazime layık olan yoktur. Onun için dileklerinizi verirse, ancak O verir. Hem O kendisine hamd ettirmesini öyle ganiy, öyle hamiddir ki, dilerse sizi giderir de yepyeni bir halk getirir. Hamd etmek istemeyen siz nankörleri savar da yerinize hiç bilmediğiniz başka bir kavim, hamd edecek bir devlet getirir. Veya yeryüzünde bütün insanları yok eder siler süpürür de hiç görülmedik bambaşka yeni bir mahluk, tanımadığınız bir âlem Ve Allah’a göre bu olmaz bir şey de değildir. Çünkü “O’nun emri bir şeyi dilediği zaman O’na ancak “ol” demesinden ibarettir. O da oluverir. Yâsîn, 36/8218- Bununla birlikte yüce Allah’ın adaleti hatırlatılarak buyuruluyor ki Hem günah çeken bir nefis diğerinin günahını Ağırlık, ağır yük, ağır günah, vebal demektir. Burada günahın cezasının ağırlığı demektir. Herkes kendi günahından sorumlu olur, kendi günahının cezasını çeker; nitekim “Her koyun kendi bacağından asılır” deriz. Zalimlerin, zorbaların yaptığı gibi birinin günahı diğerine yükletilmez. Ankebut Sûresi’nde “Onlar mutlaka kendi yüklerini de, o yükleriyle birlikte daha nice yükleri de bizzat yüklenecekler.” Ankebut, 29/13 buyurulmuş olması da buna aykırı değildir. Çünkü o hem sapıtmış, hem de saptırmış olanlar hakkındadır. Başkasını da sapıtmaya çalışanlar hem sapıklıklarının, hem saptırmalarının günahını çekerler ki, ikisi de kendi günahlarıdır. Nitekim “Her kim bir kötü adet çıkarırsa, ona hem onun günahı, hem de onu işleyenlerin günahı vardır.” hadisi de böyledir. Yani diğer işleyenler çekmeyecek demek değil, onların hepsi kadar da fazla çekecek demektir. Demek ki birisi şunu şöyle yap da günahı varsa benim boynuma olsun diye kefalet ederek diğerini bir günaha sokarsa, o boynuna aldığı günahı çekmeyecek değildir, ancak sevkettiği kimseyi kurtarmış olmayacak, onun çekeceğini çekmeyecek; birisi aldandığının cezasını çekecek birisi aldattığının cezasını çekecektir. Şu tabirinde bunlara işaret de var gibidir. Yükü ağır basan, çok ağır yük altında bulunan günahkar bir nefis, yükünün başkası tarafından alınıp yüklenilivermesine çağırsa, yalvarsa da ondan hiçbir şey yüklenilmez. Rıza ve tercih ile de yüklenilmez, cebren de yüklenilmez. Çünkü o kıyamet günü “O günden sakının ki hiçbir kimse kimseden yana bir şey ödeyemez. Kimseden bedel kabul olunmaz. Kimseye de şefaat fayda vermez.” Bakara 2/123 diye tanımlanan bir gündür. “Ne bir alış-veriş, ne de bir dostluk olan” İbrahim, 14/31 bir gündür. Gerekse bir yakını olsun. Yani çağıran veya çağırılan bir yakını bile olsa, yine yüklenilmez. O halde Allah’ın emaneti gibi göklerin ve yerin çekemediği ağır bir yükü yüklenmiş olan insan, bir de o emanete hıyanet ederek ve şunu bunu sapıtarak sen yap da günahı benim boynuma olsun demek gibi, başkalarının günahını boynuna almaya kalkışmamalı; diğer birtakımı da öylelere uyup günahı filanın boynuna diye kendini ateşte yakmamalıdır. Fakat ey Muhammed! Sen bu uyarmayı ancak şu kimselere duyurur, ancak öyle kimseleri sakındırırsın ki Rablerinden gaybde, yani henüz huzuruna varmadan gıyabda korkarlar. Allah korkusunu, Allah saygısını duyar da namazı dürüst kılarlar. “Onlar ki gerçekten Rablerine kavuşacak olduklarını bilirler.” Bakara, 2/46 âyetinin ifadesi gereğince Rablerinin huzurunda O’na kavuşacaklarına kani olarak kılarlar. Ve bu şekilde maddeten ve manen temizlenirler. Temizlenen de ancak kendisi için temizlenir, feyizlenir. Bu, işte günah çekmenin tam aksidir. Yani insanlar bu iki sınıftan dışarı değildir. Ya günah çekecekler veya günahtan temizleneceklerdir. Günah çekenler, başkasının günahını çekmeyeceği gibi, nefislerini kamil iman ve üstün ahlak ve salih amel ile temizleyenler de sırf kendi menfaatlerine olarak temizlenmiş olurlar. Öyle ya akıbet gidiş Allaha’dır. Herkes ona göre mukafat veya cezasını “Körle gören bir değildir.” Bu cümlede mümin ile kâfirin temsilî olmak üzere yukarıdaki “Hem iki deniz eşit olmuyor” Fâtır, 35/12 âyeti üzerine matuf denilmiş ise de “Fakat sen ancak Rablerinden korkanları sakındırırsın.” Fâtır, 35/18 hükmünün açıklamasının devamında istinaf yeni bir cümle olması bizce daha Sen ancak bir uyarıcısın, bir habercisin, zorba ve musallat değilsin, yani âyette yapılan “kasr” ancak sen, diye yapılan tahsis ifadesi, müjdeci olmadığını ifade için değil, fiilen azab memuru olmadığını ifade etmek içindir. Nitekim bunu vurgulamak için “Biz seni hak ile bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik..” buyurulmuştur. Ve hiçbir ümmet yoktur ki içlerinde bir korkutucu geçmiş olmasın. Şu halde Araplarda da geçmiştir. Kasas Sûresi’nde beyan olunduğu üzere Tevrat’tan önce, ilk zamanda kurun-i ûlâda geçmiştir. Kurun-i vustâ orta zamanda yani Musa’dan Hz. Peygamber’in gönderilişine kadar “Görmedin mi Allah gökten bir su indirdi..” Burada yine yüce Allah’ın tabiat üzerinde tasarruf ve Rablığını gösteren ve onu bir su gibi bir tek sebep altında, çeşitli özellikler ve yetenek ile, çeşitli görüntülerle, değişik değişik cinslere ve çeşitlere ayıran iradesinin bir alameti demek olan “ıstıfa”, seçme kanunun açık ve önemli bir hatırlatma ve uygulaması vardır. “Onunla çıkardık..” Burada ifade üçüncü tekil şahıstan gıyab birinci çoğul şahsa tekellüm yönelmektedir. Yani indirdik de, o su ile şunları çıkardık. Renkleri çeşitli olmak üzere bir çok meyveler, ürünler. Demek ki onları çıkaran suyun özelliği, yapısı değil, Allah’ın iradesidir ve meyvelerin birbirinden farklı olması, çeşit çeşit olması yaratıcının muradıdır. Bilinmektedir ki çeşitli meyvelerin yalnız renkleri değil, daha birçok özellikleri ve yapıları da değişiktir. Ancak renkleri pek belirgin olduğu için, onların zikriyle diğerleri söylenmemiş, bununla yetinilmiştir. Hem bu yalnız bitkilerde değil, dağlardan da “cüdde”ler, yol yol alacalar Cim harfinin ötresiyle “cüdde”nin çoğuludur. Cüdde bir rengi diğer renkten ayıran yol gibi ayırıcı çizgidir. Nitekim “cim” harfinin üstün okunması ile “cedde” de cadde demektir. Ve kapkara, yani koyu kuzgûnî siyah renkte. GARÂBÎB “Ğayn” harfinin kesresiyle girbîbin çoğuludur. Gırbîb, siyahın şiddetlisi demektir, ki pekiştirme olsun diye abartma için kulanılır. İşte dağların taşlarında ve topraklarında böyle yol, değişik değişik alacalar da sadece bir tesadüf eserinden ibaret değil, yaratıcının özel bir seçimi ve ortaya İnsanlardan, hayvanlardan, davarlardan da böyle değişik değişik renklileri vardır. Bunlar da öyle şeklî ve manevî görüntülere ayrılarak seçilmişlerdir. Öyle ki insanlar içinde ilmi olanlar, olmayanlar vardır. Fakat Allah haşyetini, Allah korkusunu, Allah saygısını kulları içinden ancak bilginler duyar, ancak Allah’ı bilenler o saygıyı hissederler. Yani “Sen ancak görmeden Rabbinden korkmakta olanları sakındıracaksın.” Fâtır, 35/18 buyurulduğu üzere, Allah saygısını sürekli duyup da Peygamberin uyarmasından yararlanacak ve dolayısıyla temizlenip korunacak olanlar, Allah’ı celal ve cemaliyle, kemal sıfatıyla bilen ilim sahibleridir. Çünkü bir şey hakkında saygı, onun şanına olan bilgi ve bilginin dercesiyle uyumlu olur. Bir kulun da Allah’a dair ilmi ne kadar mükemmel ise, korkusu da o oranda mükemmel olur. Onun için Resulullah “Ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve en çok müttaki olanınızım” demiştir. Niçin Allah’ı bilmek korkmaya sebeb oluyor? Çünkü Allah çok güçlüdür, bağışlayıcıdır. Yalnız bağışlayıcı değil güçlü bağışlayıcıdır. Sadece bir bağışlayıcı olsaydı, O’nu bilmek belki nazlanmaya, mağrur olmaya, hiç korkusuz ümit bağlamaya s ebeb olabilirdi. Fakat Allah yalnız bağışlayan, merhamet eden değil, aziz, hiç bir sebebe boyun eğmeyen, yenilmeyen, hiçbir kanun altına alınma ihtimali bulunmayan, dilediği anda kahredip yerle bir eden, çok kuvvetli, çok azametli, galib ve kahredici bir bağışlayıcıdır. Mağfireti çok olduğu gibi cezası, intikamı da çok şiddetlidir. Onun için Allah’ı bilmeyenler her haltı ederler. O’nu bir kul ne kadar iyi bilirse, o kadar çok saygılı, o kadar çok hürmetli olur. Bununla birlikte bilginlerin saygısı, korkusu, haşyeti ne kadar yüksek olursa, ümidi de o oranda çok olacağı yani Allah kitabını vird ederek okuyup içindekini izleyenler ve onunla birlikte namazı dürüst kılıp kendilerine rızık kıldığımız şeylerden gizli ve açık, nasıl gerekirse öyle harcayanlar, yani Allah’ın kitabındaki hükümlerin yerine getirilmesi için masraf yapıp zekat ve sadaka verenler öyle bir ticaret ümdi ederler ki asla batmak, iflas etmek ihtimali Çünkü Allah onlara ecirlerini tamamı ile ödeyecek, hem de ihsanından artırıp fazlasını vercektir. Çünkü O, Allah hem gafûr, hem şekûrdur O’nun kuvvetini saydıklarından dolayı, bağışlaması ile onların günahlarını bağışlar. Hizmetlerini fazlasıyla takdir edip çalışmalarını makbul kılar. Çünkü kuvvet, inkâr ve nankörlüğe karşı “kahr”ı gerektirdiği gibi, hizmet ve şükre karşı da nimet ve ikramı gerektirir. Şu halde Allah’tan en çok korku duyan bilginler olunca, Allah’ın kulları içinde en çok şeref verdiği de bilginler olmuş olur. Bu yüzdendir ki, “İlim rütbesi bütün rütbelerin üstündedir.” İlmin bu özelliği de yalnız nazarî teorik özelliği ile değil, amelî pratik özelliği iledir. Çünkü yukarıda “Onu da iyi amel yükseltir.” Fâtır, 35/10 buyurulduğu gibi, burada da korku ve makbuliyetin bir özelliğe dayanması de ilâhî tercihde kitapların en seçkini Kur’ân, ilmini Hakk’ın vahyinden alan peygamberler içinde de en seçkini Muhammed Mustafa, ümmetlerin içinde en seçkini Muhammed ümmeti, onlar içinde de en seçkini Kur’ân hafızları olan ilim adamları olduğu hatırlatılmak üzere buyuruluyor ki Kitaplar içinde sana vahy ile gönderdiğimiz kitap var ya, önündekileri tasdik edici ve ayırıcı olmak üzere hak olan ancak odur. Diğerlerinde onun tasdikine erişmeyen noktalarla amel edilemez. Şüphe yok ki Allah kullarından herhalde haberdardır, onları görmektedir. Batın ve zahirleriyle bütün özelliklerini için seni layık görmeseydi, bunu sana vahy etmez, seni böyle son Peygamber Muhammed Mustafa kılmazdı. Sonra o kitabı, yani Kur’ân’ı kullarımızdan seçtiğimiz seçkinlere miras kıldık. Yani senden sonra ümmetin olan kullarımız içinden seçip beğendiğimiz süzme kulları ona varis kıldık. Bu şekilde Muhammed ümmeti en ileri, en süzme ümmet olduğu gibi, onlar içinde de en seçkinleri, Kur’ân’ı ezberleyen kimseler olarak peygambere varis olan bilginlerdir. Ki onlar içinden de kimisi nefsine zulmeder, kitaba varis olduğu halde gereği gibi okuyarak, amel edemeyerek. kimi de muktesıd, orta yoldadır. Kâh amel ediyor, kah etmiyor. Kimisi de Allah’ın izniyle hayırlarda ileri gider. Hayırlarda öne geçer, imam, önder, reis başkan olur ki, işte asıl peygamber varisi olanlar, “Hayır yarışlarında, ta öne geçip kazananlar Onlar öncüdürler. İşte onlar en çok yaklaştırılmış olanlardır. Naiym cennetlerindedirler.” Vâkıa, 56/10,11,12 övgüsüne ermiş bulunanlar onlardır. İşte büyük lütuf budur. Böyle hayırlarda ileri gidip öne 37-Şöyle ki Adn cennetlerine girecekler ve orada altın bileziklerden zinetlenecekler, hem de inci ve altın bileziklerden. Allah, en iyisini bilir. Dünyada o hayırlar yapmak için ettikleri infakları kazanmalarına sebeb olan sanatlar, yükselmelerine araç olan salih amellerdir. Bundan dolayı olsa gerektir ki “Sanat altın bileziktir” sözü bizde meşhur bir atasözü olmuştur. Âyette geçen “inci” kelimesi altınların duru ve saflıklarından kinayedir. Yani ikamet yurdu, ikametgah, ikamet vatanı, kalınacak yurt, düşünüp anlayacak kimsenin düşüneceği kadar bir süre size ömür vermedik mi? Tecrübe zamanı dahi denilen bu süreyi yaşayan bir kimse için yaratanını bilmemekte bir özür kalmamıştır. Bu süre hakkında çeşitli rivayetler gelmiştir. Altmış, kırk altı, kırk, büluğ yaşı, yirmi, yirmiden altmışa kadar denilmiş ise de gerçek yüzünü Allah bilir. Büluğdan sonra her ölen hakkında bu süre gerçekleşmiş demektir. Altmış, Peygamberden rivayet edildiği üzere en üst sınırı demektir. Yani bundan sonra kâfirliğe hiç mazeret kalmıyor demektir. “Size uyarıcı da geldi.” Bu da hükümlerin ayrıntısına O’dur ki sizi yeryüzünde halifeler kıldı. Hilafet verip bundan böyle ilâhî hükümlerin yerine getirilmesine memur eyledi. Bu âyet Muhammed ümmetine geleceğin hükümranlığını vaad eden gayıb haberlerindendir. Mekke’de bu sûrenin nazil olduğu zaman, düşünülürse, bu âyetin ne büyük bir mucizeyi kapsamakta olduğu kolaylıkla kabul edilir. Şüphe yok ki, bu çok büyük nimettir. İmdi her kim küfreder; böyle nimete karşı nankörlük eder de iman ve şükür yolunu tutmazsa, inkârı sırf kendi aleyhinedir. Cezasını kendi çeker, öyle ya, kâfirlere inkârları Rablarının katında, buğz edilen kimseler olmaktan başka bir şeyi artırmaz. Küfür, bir küfran, bir nankörlük olması itibariyle, Allah yanında buğz edilen, gazaba uğrayan, nefret edilen kişi olmaktan başka bir sonuç vermez. Ve kâfirlere küfürleri zarardan başka bir şey artırmaz. Çünkü imansızlık hem mahrumiyet, hem de felaket Peygamber! De ki Gördünüz mü Allah’tan başkasından çıkardığınız ortaklarınızı? Yani Allah’a ortak koşarak taptığınız veya adına davet eylediğiniz mabudlarınızı gösterin bana, bu yeryüzünden neyi yaratmışlar? Başlıbaşına yaratmışlar da siz onlara tapıyor, onlara yalvarıyorsunuz, halkı onlara çağırıyorsunuz? Yoksa onların göklerde mi bir ortaklıkları var? Yeryüzünden hiçbir parçayı bağımsız olarak başlıbaşına yaratmadılarsa da göklerde yaratma veya diğer bir hüküm ve tasarruf itibarıyla Allah’a ortak olarak katılmaları mı var? Hâşâ, ne o, ne de o; hiçbiri de olmadığı apaçık belli iken, bilinirken nasıl olur da siz onlara tapar veya davet edersiniz? O ne cahillik, ne ahmaklık, ne haksızlık! Yoksa biz onlara bir kitap vermişiz de kendileri ondan bir delil üzerinde mi bulunuyorlar? Yerde gökte bir ortaklıkları olmadığı malum olmakla birlikte, biz onlara mabudluk payesi verdik, ilahlığımıza ortak kıldık diye ellerine bir kitap, bir ferman vermişiz de bundan dolayı açık bir delile, kesin bir hüccete mi sahip bulunuyorlar. Hayır yalnız zalimler birbirlerine sadece bir gurur, sırf bir aldanış vaad eder dururlar. Onlar bizim Allah yanında şefaatçilerimizden diye öncekiler sonrakileri, başlar geridekileri aldatır giderler. Bu âyetin hükmün yalnız putperestlere değil, Allah’tan başka gerek put, gerek melek, gerek hükümdarlar ve gerekse diğer herhangi bir şeye tapan müşriklerin hepsine genel ve hepsini kuşatır olduğunda şüphe Şüphe yok ki gökleri ve yeri yok olmamaları için Allah tutuyor. Yani şirk ve zulüm öyle fena, o kadar büyük cinayettir ki onun uğursuzluğundan yerler, gökler yıkılır; çünkü onlar ancak adalet ve hak ile ayaktadırlar. Hakkın dengesi bozulunca kendilerini tutamazlar. Varlıklarında, başkasına muhtaç oldukları için kendilerine yeterli değildirler. Onun için haksızlık âlemin düzenini bozar. Allah’a şirk koşmak ise en büyük zulüm olduğundan, müşriklerin meydan alan yayılan zulüm ve fesatlarıyla alem yıkılmak üzere bulunuyor. Fakat Allah onların belirli vakitlerinden önce yok olmalarını istemediği için tutuyor, muhafaza buyuruyor da henüz yıkılmıyorlar. Yemin olsun ki, eğer yok olurlarsa onları ondan sonra, o yok olmaktan sonra, yahut Allah’tan başka hiçbir tutacak yoktur. O cidden halim ve gafur bulunuyor. Çünkü ululuğuna karşı yapılan o şirk ve zulüm yüzünden “Neredeyse gökler parçlanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecektir”. Meryem, 19/90 âyetinin ifadesince, yıkılmak üzere bulunan gökleri ve yeri “Olanca güçleriyle yemin ettiler ki, eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, diğer ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacaklardı.” Çünkü Kureyş kitap ehlinin peygamberlerini yalanladıklarını işitmişler ve şöyle demişlerdi “Allah, yahudilere ve hıristiyanlara lanet etsin, eğer bize bir peygamber gelseydi, herhalde biz ümmetlerin her birinden daha çok doğru yola girerdik.” Sonra da kendilerine bir peygamber, yani Muhammed geldiği zaman onlara fazla bir ürkeklik verdi,43-yeminleri gibi hakkı kabul değil de, haktan bir kaçınma yeryüzünde bir kibirlenme, yahut kibirlendikleri için kötülük hilesi, suikast düzeni, “Hani bir zaman o inkâr edenler seni tutup bağlamaları veya seni öldürmeleri yahut seni çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı.” Enfal, 8/30 ifadesince o Peygamberin canına kıymaya hazırlanma tertibi. Halbuki kötü hile, tuzak, sırf sahibinin yani yapanın başına geçer. Nitekim onların tuzağı da “Bedr”de başlarına geçti. Demek ki onlar da sırf öncekilerin sünnetine bakıyorlar. Önceki inkâr eden, kötülük yapan ümmetlerin başlarına gelen Allah’ın adetini, ilâhî kanunu gözetiyorlar. O halde Allah’ın sünnetinde adetinde bir değişiklik bulamazsın. Hakkı inkâr edenlere ve kötülük yapanlara azab kanununu, İslâm dinini yürürlükten kaldıracak değildir. Ve Allah’ın sünnetinde adetinde bir değiştirme de bulamazsın. O azabı, hak edenlerden başkasına çevirmezsin Yeryüzünde dolaşıp da bir bakmadılar da mı, bir kısım, âyetin önce geçen ifadesine ma kabline bir delil getimedir. Yani Şam’a, Yemen’e, Irak’a, ticaret ve herhangi bir sebeble gidiş gelişlerinde hiç bakıp görmediler de mi? Peygamberlerini dinlemeyen geçmiş ümmetler şu yeryüzünde nasıl helak olmuşlar, yurtları nasıl harabelere dönmüş? Halbuki onlar, o Âd’lar, Semud’lar, kendilerinden çok kuvvetli idiler. Allah’ın emirleri dairesinde hareket etmedikleri için azab kanunlarıyla kökleri kazındı. ne göklerde, ne yerde hiçbir şeyin Allah’ı aciz bırakmak ihtimali yoktur. Çünkü O, âlim, kadir bulunuyor. Her şeye karşı ilmi, kudreti, nihayetsiz olan yüce Zat ise, hiçbir şekilde aciz öyle de, bu kadar kâfirleri, müşrikleri niye yaşatıyor da mahvedivermiyor? denilirse, buyuruluyor ki Eğer Allah bütün insanları kazandıkları ile, kazandıkları günahları yüzünden hemen hesaba çekiverecek olsa, yeryüzünde hiçbir deprenen bırakmazdı. İnsan günahlarının uğursuzluğundan bir hayvan bile kalmazdı demişlerse de, deprenir bir insan bırakmazdı mânâsına olması daha makuldür. Çünkü şu fıkralardaki “onlar” zamirinin, akıllı olan varlıklarda kullanılması daha açıktır. Fakat, derhal hesaba çekivermez de o insanları belirli bir süreye kadar te’hir eder, geri bırakır ki o kıyamet günüdür. Ecelleri geldiği zaman da şüphe yok ki Allah kullarını görüp duruyor. Hiçbirini kaçırmaz, her ne kazançları varsa, ona göre iyiliğe iyilik, kötülüğe kötülük cezalarını verir. Bu cümle “onun kulları” nitelemesiyle, kulluğunu bilen kullara bir teselliyi bildirmekle birlikte, herkes için ağır bir azarlamayı hatırlatan korkunç bir uyarıdır. Ve işte bu sonucu, açık bir heyecan ile doyurup yaşatmak için, Yasin Sûresi ilâhî aşk ile çarpan, vuslata ulaşan bir kalbin çarpıntısı ile takib edecek ve açıklayacaktır. Şüphesiz her şeyi görürsün Yâ Rab! Biz kullarını da bütün hallerimizle görür gözetirsin, gözet, lütuf ve rahmetinle gözet, ilâhî!Fatır Suresini Okumak için TIKLAYINIZ Meallerdeki sıralama bir tercih sıralaması değil alfabetik sıralamadır. Ziyaretçilerimiz takip etmek istedikleri mealleri sol sütundan seçerek ilerleyebilirler. Tercihlerinin hatırlanması için "Tercihimi Hatırla" tıklanmalıdır. Śumme evraśnâ-lkitâbe-lleżîne-stafeynâ min ibâdinâs feminhum zâlimun linefsihi veminhum muktesidun veminhum sâbikun bilḣayrâti bi-iżniAllâhic żâlike huve-lfadlu-lkebîruSonra kitabı, kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık; derken onlardan nefsine zulmeden var ve onlardan mutedil hareket eden var ve onlardan, hayırlarda herkesten ileri giden var Allah izniyle; işte bu, pek büyük bir lütuf ve ihsandır. Sonra Kitabı kullarımız arasında seçtiklerimize miras verdik. Layık ve sadık olanlara Kur’an hikmetini öğrettik. Onlardan kimisi nefislerine zulmederler. Onlardan kimisi orta bir yol izlerler. Onlardan kimisi de Allah’ın izniyle, hayırlarda ileri geçmek için yarış ederler. İşte bu üstün ve büyük fazilettir. Kur’an’a yoğunlaşan, onu araştıran ve anlayıp uygulayanlar seçkin ve nasipli kimselerdir.Sonra kitabı, kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık, derken onlardan, yaratılış gayesi dışında yaşayan da var ve onlardan orta yolda hareket eden de var ve onlardan Allah'ın izniyle hayırlarda herkesten ileri giden de var, bu ise en büyük kitabı, Kur'ân'ı kullarımız arasından seçtiklerimize, Muhammed ümmetine, âlimlerine, imamlarına, mürşitlerine, miras olarak devrettik. Kullarımız arasında, helâlleri terkederek, bir kısım meşrû haklarını kullanmayarak, nefislerine zulmedenler var. Onların içinde, orta yolu, maksada ulaştıran hak yolu tutan, sâlih amellerin yanında ara sıra günah işleyenler var. Yine onların arasında, Allah'ın planı, iradesi dahilinde dünya ve âhiret için en hayırlı olanda, Kur'ân öğretiminde, Kur'ân ilkeleriyle yaşamada, uygulamada, Allah'ın emirlerini yerine getirmede öne geçenler var. İşte böyle bir sorumluluğa sahiplenmek büyük bir Fütuhat-ı Mekkiyye, II/22-23. Osman Yahya tarafından tahkikli baskı, 11/379-383.Sonra Kitab'ı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Onlardan kimi nefsine haksızlık eder, kimi orta yoldadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçer. İşte büyük lütuf Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda yarışır öne geçer. İşte bu, büyük fazlın biz Kur'an'ı, kullarımızdan diğer ümmetler üzerine seçtiklerimize, Hz. Muhammed aleyhissâlatü vesselâm'ın ümmetine miras kılmağa hüküm verdik. Onlardan da kimi, Kur'an'la amelde kusur etmekle nefislerine zulüm edicidir, kimi kötülük ve iyiliği müsavi gidendir, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda ileri geçendir. İşte bu Kur'an'a varis olmak, büyük o Kitabı, kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan kimi nefsine zulmeder, kimi de ortadadır, kimisi de Allah’ın izniyle iyilikler hedefine varandır. İşte en büyük üstünlük budurSonra bu kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan bazısı kendilerine haksızlık ettiler. Bazıları orta yolu tuttular. Kimileri de hayır işlerinde Allah'ın izniyle öne geçtiler. İşte bu en büyük içinden, seçmiş olduğumuz kimselere kitabı miras verdik, onların içlerinden, kendilerine kıyanlar var, taşkınlık etmiyen de var, Allahın izniyle iyiliklere koşanlar da var; bu, büyük bir erdemdirResulden sonra o Kitab'ı Kur'an'ı kullarımızdan tebliğ için seçtiklerimize miras olarak bahşettik. Onlardan bazısı onun ilkelerine uymayı terk ederek kendilerine zulmeder, bazısı orta yolu tercih eder, bazıları da Allah'ın izniyle Kur'an'dan ilham alarak iyilikte başı çekenlerden olur ki, işte bu en büyük fazilettir.“İnsanın kendine zulmetmesi”, kendine haksızlık etmesi demektir. Bir insan, isyan ederek, günah işleyerek ve fıtratıyla çelişen davranışlar sergileyer... Devamı..Diğer ümmetlere gönderdiğimiz kitâblardan sonra Kur’ân’ı ’ibâdımızdan intihâb itdiklerimize mîrâs gibi virdik. Ânlardan ba’zıları inanmayarak nefislerine zulm idiyorlar, ba’zıları mütereddiddirler, ba’zıları da Allâh’ın izniyle hayrât yaparak diğerlerini geçdiler. Bu büyük bir bu Kitap'ı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras bırakmışızdır. Onlardan kimi kendine yazık eder, kimi orta davranır, kimi de, Allah'ın izniyle, iyiliklere koşar. İşte büyük lütuf biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere Muhammed’in ümmetine miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah’ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük Kitab'ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. Onlardan insanlardan kimi kendisine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazilet budur. Kendisine zulmetmek, Kur’an’a göre amel etme yönünde kusur etmek; ortada olmak, günahı sevabına denk olmak; hayırda öne geçmek, Kitab’a uygun olan da... Devamı..Sonra kullarımızdan seçtiklerimizi kitaba varis kıldık. Onlardan kimi kendilerine zulmedenlerdir, kimi orta yolu tutar, kimi de ALLAH'ın izniyle iyi işlerde öncüdür. İşte büyük lütuf biz o kitabı kullarımızdan süzüp seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan da nefislerine zulmeden var, orta yolu tutan var, Allah'ın izniyle hayırlarda ileri geçenler var. İşte bu büyük biz o kitabı kullarımızdan süzdüklerimize mîras kıldık, onlardan da nefislerine zulmeden var, muktesıd orta giden var, Allahın izniyle hayırlarda ileri geçenler var, işte büyük fadıl oSonra kullarımızdan seçtiğimiz kimselere Kitap'ı miras bıraktık. Onlardan bir kısmı kendilerine zulmederler, onlardan bir kısmı ortalama bir yol tutarlar, onlardan bir kısmı da Allah'ın izniyle hayırlarda önde İşte büyük fazilet Bazıları Kitap\ın buyruklarına, yaradılış amaçlarına uygun davranmamakla aslında kendi kendilerine haksızlık ederler, bazıları Kitap\ın buyrukların... Devamı..Sonra biz o kitabı kullarımızdan beğenib seçdiklerimize mîras bırakdık. İşte onlardan kimi nefsine zulmedendir, onların ba'zısı mu'tedildir, onlardan bir kısmı da Allahın izniyle hayrat ve hasenat yarışların da öncü ol up kazan andır. İşte bu, büyük fazl -u kerem in ta o kitâbı, kullarımızdan seçtiğimiz kimselere senin ümmetine mîras verdik. Artık onlardan nefsine zulmeden de var, içlerinden muktesid orta yolda giden de var. Bir de onlardan Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçen var.1 İşte büyük lütûf budur!1Burada geçen zâlim, muktesid ve sâbikūn için farklı îzahlar yapılmıştır. Zâlim günahları ağır basan, içi dışından da kötü olan, büyük günahları ol... Devamı..Biz kitabı kullarımızdan seçtiklerimize mirasçı yaptık. Onların içinde kendilerine zulmedenler olduğu gibi, yalnızca orta yolu takip edenler Allah’ın koyduğu sınırları aşmayan ve geride kalmayanlar var. Birde Allah’ın izniyle hayırlarda yarışanlar var. Bu, Allah’ın en büyük lütfu Biz Kitap’ı kullarımız arasında seçkin kıldıklarımıza bıraktık. İşte bunlar arasında kendine kıyanlar bulunduğu gibi, orta yolu tutanlar, Allah’ın dileğiyle iyilik etmekte ileri gidenler de vardır. İşte, verginin büyüğü kullarımızdan seçip ayırdıklarımız Muhammed ümmetine miras olarak Kitap verdik, onların içinde öz nefsine zulmeder, orta gider, Allah/ın izniyle hayır işlerde ileri gider [¹] adamlar vardır. İşte büyük bir inayet budur.[1] Amelde kusur eder, seyyiatı hasenatına galip olur; seyyiatı hasenatına müsavi olur; hasenatı seyyiatına galip olur veya cahil, müteallim, âlim. Ma... Devamı..Sonra Biz bu kitabı/ilahi vahyi kullarımız arasından seçtiğimiz kimselere miras/emanet Onlar içinde kimi kendisine zulmetmekte, kimi orta yolu tutmakta, kimi de Allah’ın izniyle hayır işlerinde/emanete sahip çıkmada önde giderler. İşte bu, çok büyük bir Hz. Peygamber’in ümmetinden Kur’an’la meşgul olanları kastediyor. Kur’an onlara emanet edilmiştir kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta yoldadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda yarışıp öne geçer. İşte bu, büyük lütfün ta tarihi boyunca, her devirde Kitap ve elçi göndererek insanlığa yol gösterdik. İşte şimdi de son kutsal Kitabı, kullarımız arasındanbu göreve lâyık görüp seçtiğimiz kimselere emânet ettik. Fakat onlardan kimileri Allah’ın kendilerine verdiği kulluk imkanlarını yeterince kullanamayan, kendilerine zulmeden, yazık eden günahkar Müslümanlar; kimileri bunlardan daha iyi durumda, Müslümanca dengeli bir hayatı yaşamaya çalışanlar; kimileri de Allah’ın izniyle hayır ve iyiliklerde en önde giden gayretli Müslümanlardır. İşte en büyük lütuf, bu kullarımızdan süzerek seçtiğimiz kimseleri Kitab’a mirasçı kıldık. Onlardan kendi nefsine zulmeden vardır; orta yolu izleyen de vardır. Onların arasında Allah’ın izniyle Hayırlar’da yarışan da vardır. İşte bu, Büyük Lütuf’ senden sonra biz bu Kitabı seçkin kullarımıza emanet edeceğiz. Artık bunlar arasında kendi kişiliğine saygısı olmayanlar da olacaktır, ılımlılar da. Allah'ın müsaade ettiği alanlarda iyilik yarışına girenler de olacaktır. Hasılı Kuran’ın nesilden nesile devri olayı o toplum için büyük bir seçtiğimiz insanlara miras bırakırız. İnsanlardan bazıları kitaba varis olduğunu iddia ederlerse bilsinler ki iddiaları boştur. Geçmişte kitaba varis kıldığımız insanlardan kimileri kitabımızı arzularına heveslerine uydurmuşlardır. Sanki ayetlerimizle alay edercesine çıkarlarına göre yorumlayarak, kendilerine yazık etmişlerdir. Kimileri orta yolu tutarak iyi, güzel, hayırlı işlere önder Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. [*] Kimi kendisine haksızlık eder; [*] kimi ortadadır; kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öndedir. Asıl büyük lütuf işte vâris olmayanlar, cennete mirasçı olamazlar. Bu ayette müslümanların Kur’an ile iletişimi gösterilmektedir. “İlâhî kelamın vârisleri ümmet-i ... Devamı..Sonra bu Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize¹ miras olarak bıraktık. Artık onlardan kimisi onu yaşamayarak kendi nefsine zulmeder, kimisi orta yoldadır,² kimisi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için İşte en büyük üstünlük, Yani Kur’an’ı seçilmiş ümmet olan Muhammed ümmetine miras olarak Yani kimisi de Kur’an’ı bazen yaşar bazen yaşamaz, okur ama okuduğunu ba... Devamı..Biz, bu ilahî vahyi kullarımızdan seçtiklerimize miras olarak bahşettik onlardan bazısı kendilerine zulmeder; bazısı [doğru ile eğri arasında] ara yolu tercih eder, ²² bir kısmı da Allah’ın izniyle iyilikte başı çekenlerden olur bu [ise] en büyük fazilettir!22 Bkz. 746 ve ilgili not bu ilahi kelamı, kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras bıraktık. Onlardan bazıları bu mirasın hakkını vermeyerek kendine yazık edip zalim oldu. Bazıları orta bir yol izler. Bazıları da Allah’ın izniyle bu emanetin hakkını vermede en önde gider. İşte en büyük fazilet budur. 2/159-160, 3/187, 9/124, 56/10Derken, bu ilâhî kelâmı tebliğ işine kullarımızdan seçtiklerimizi vâris kıldık[³⁹¹³] fakat onların içerisinden kimisi kendisine zulmeder, kimisi orta ve dengeli bir yol tutar, kimisi de Allah’ın izniyle her iyi şeyde öncülük eder bu, işte bu sonuncusudur büyük erdem![³⁹¹⁴][3913] Bencil seçkinler, kendilerine benzeyenlerin azlığını isbat etmek için çırpınırlar. Bu âyet, elçilerin çokluğunu dillendiriyor. İşte fark bu. Bi... Devamı..Sonra o kitabı kullarımızdan seçip ayırtettiklerimize miras kıldık. İmdi onlardan nefsine zulmeden vardır ve onlardan mutedil olan vardır ve onlardan izn-i ilâhî ile hayırlarda ileri geçen vardır. İşte bu, en büyük bir Biz, kitabı seçtiğimiz kullarımıza miras verdik. Kullarımızdan kimi nefsine zulmeder. Kimi mûtedildir, orta yolu tutar. Kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçer. İşte büyük lütuf budur. Sonra Kitabı kullarımız arasından seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimi nefsine zulmedendir, kimi orta gidendir, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçendir. İşte büyük lutuf kullarımızdan intihâb idüb ayırdıklarımıza Kur'ân'ı mîrâs virdik. O kullarımızdan nefsine zâlim olanlar, ihyânen ve arasıra kusur idenler ve Allâh'ın izniyle hayırlarda tekaddüm iyleyenler vardır. Bu büyük bir fazl ve kerem Allâh'ındır. Sonra kullarımızdan seçtiğimiz kimseleri Allah'ın izniyle bu Kitaba mirasçı yaparız. Onlardan kimi kendine kötülük yapar, kimi orta yolda gider, kimi de iyilikler konusunda en önde olur. İşte büyük üstünlük en önde bu kitaba, kullarımızdan seçtiğimizi mirasçı kılarız. Onlardan kendine zulmeden de olur, onu tasdik eden de. Onların arasında Allah'ın izniyle hayırlarda yarışanlar vardır. En büyük fazilet kitaba kullarımızdan seçtiklerimizi vâris kıldık. Onlardan kimi vardır, nefsine zulmeder. Kimi vardır, orta yolu tutar. Kimi de vardır, Allah'ın izniyle hayırda öne geçer. Bu ise pek büyük bir lütuftur.44 Âyette sayılan üç sınıfın üçü de mü’minlerdendir; ancak bunlardan herbiri farklı bir mertebeyi ifade etmektedir. Bunlarla kimlerin kastedildiği ko... Devamı..Sonra, kullarımız arasından seçtiklerimizi Kitap'a mirasçı kıldık. İçlerinden öz nefsine zulmeden var. Orta yolda gideni var. Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçeni var. İşte bu, büyük lütfun ta virdük ķur’ān’ı anlara kim üyürdük ķullarumuzdan. pes bir nicesi žālimdür gendüzine ya'nį žāhiri yigdür bāŧınından daħı bir ŧaşı içi berāberdür; daħı bir nicesi anlaruñ ilerü geçicidür ħayırlar-ıla Tañrı buyruġı-y-ıla. şol ol fażludur mīrāẟ itdürdük kitābı ol kişilere ki iḫtiyār itdük niçesi ẓālimdür öz nefsine ve niçesi orta amel eyler ve niçesi ilerüiletüpdür ḫayrlarını Tañrı Taālā buyruġı‐y‐la. Oldur ulu fażl ve Kitabı bəndələrimizdən seçdiklərimizə Muhəmməd ümmətinə miras verdik. Onlardan kimisi özünə zülm edər pis əməlləri yaxşı əmələrdən çox olar, kimisi mö’tədil pis əməlləri ilə yaxşı əməlləri bərabər olar, kimisi də Allahın izni ilə yaxşı işlərdə başqalarını ötüb irəli keçər yaxşı əməlləri pis əməllərindən çox olar. Bu Kitaba varis olmaq böyük lütfdür!Then We gave the Scripture as inheritance unto those whom We elected of our bondmen. But of them are some who wrong themselves and of them are some who are lukewarm and of them are some who outstrip others through good deeds, by Allah's leave. That is the great favour!Then3919 We have given the Book for inheritance to such of Our Servants as We have chosen but there are among them3920 some who wrong their own souls; some who follow a middle course; and some who are, by leave, foremost in good deeds; that is the highest The force of "then" is that of finality. The Qur'an is the last Book revealed. Or it may be here to point the contrast between "to thee" in the ... Devamı..

fatır suresi 32 ayet tefsiri