🦭 Fussilet Suresi 34 Ayet Tefsiri

Fussilet Suresi Ayet 8 – 11: 4. Fussilet Suresi Ayet 11 – 16: 5. Fussilet Suresi Ayet 16 – 23 6. Fussilet Suresi Ayet 23 – 28: 7. Fussilet Suresi Ayet 28 – 32: 8. Fussilet Suresi Ayet 32 – 34: 9. Fussilet Suresi Ayet 34 – 39: 10. Fussilet Suresi Ayet 39 – 43: 11. Fussilet Suresi Ayet 43 – 46: 12. Fussilet Suresi Ayet 46 – 50 QZZw9Ce. KURAN’I KERİM TEFSİRİELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIRFussilet Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması1-4- Âyetleri “tafsîl olunmuş” hem lafzı itibarıyla fâsılaları ve sûrelerinin başları ve sonları ayırt edilmiş, hem de mânâsı itibarıyla vaad ve tehdit, kıssalar ve ahkâm ve diğer kısımlara ayrılarak açıklanmış ve izah olunmuştur. Hud Sûresi’nin başındaki Hud, 11/1 âyetinin tefsirine bkz. “Kalblerimiz örtüler içinde…” Bunu söyleyenler Ebu Cehil ile yanında bulunan Kureyş’ten bir topluluktu. Hz. Ömer’den rivayet olunmuştur ki Kureyş Resululallah’a doğru bakmışlardı. Resulullah onlara “Sizi İslâm’a gelip de Araplara efendilik etmekten alıkoyan nedir?” buyurdu. Dediler ki “Ya Muhammed, biz senin söylediğini anlamıyoruz, işitmiyoruz, kalplerimizde gılîf var”. Ebu Cehil de tuttu kendisiyle Resulullah’ın arasına bir perde çekip ya Muhammed “Kalplerimiz senin bizi çağırdığın şeyden örtüler içinde, kulaklarımızda da bir ağırlık var ve seninle bizim aramızdan bir perde çekilmiştir” dedi. dedi. Fakat ertesi gün onlardan yetmiş kişi Resulullah’a gelip “Ya Muhammed bize İslâm’ı anlat” dediler, arzedip anlatınca İslâm’a girdiler. Resulullah gülümseyip “Elhamdülillah, dün benim davetime karşı kalplerinizde gılîf, kabuk olduğunu, kulaklarınızda ağırlık bulunduğunu söylüyordunuz, bugün müslüman oldunuz” buyurdu. “Ya Resulallah, biz dün yalan söylemişiz, öyle olsa idi asla hidayet bulamazdık” Şerifi9- De ki “Siz yeri iki günde yaratanı gerçekten inkâr edip duracak mısınız? Bir de O’na eşler koşuyorsunuz ha? O bütün âlemlerin Rabbidir.”10- O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp soranlar için rızıkları tam dört günde belli bir seviyede takdir edip, düzene Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye “İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin.” dedi. Her ikisi de “İsteyerek geldik” Böylece Allah onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu. Her göğe kendi işini bildirdi. Biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve koruduk. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse de ki “Ben sizi Âd ve Semud’un başına gelen yıldırıma benzer bir yıldırıma karşı uyardım.”14- Onlara Allah’tan başkasına kulluk etmeyin diye önlerinden ve arkalarından peygamberler geldiği zaman “Eğer Rabbimiz dileseydi mutlaka melekler indirirdi. Biz sizin tebliğ için gönderildiğiniz şeylere inanmayız.” Âd kavmine gelince onlar yeryüzünde büyüklük tasladılar ve “Bizden daha kuvvetli kim vardır?” dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah’ın kendilerinden daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi bile bile inkâr Bu yüzden biz de onlara dünya hayatında rezillik azabını tattırmak için o uğursuz günlerde dondurucu bir kasırga gönderdik. Ahiret azabı ise elbette daha çok rezil edicidir. Onlara yardım da Semûd kavmine gelince, biz onlara doğru yolu gösterdik. Fakat onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler. Bunun üzerine kazandıkları kötülük yüzünden alçaltıcı azabın yıldırımı onları Biz iman edenleri ve kötülükten sakınanları ise Bu kaydında iki ihtimal vardır. Birisi “Yarattı” fiiline bağlı olarak mef’ulün fîh olmak, ikincisi zarf-ı müstekar olarak “arz” kelimesinden “Hal-i mukaddere” olmaktır. Birinci cümle analizine göre mânâ, yeryüzünü iki günde yarattı demek olur. Yeryüzü yaratılırken henüz bildiğimiz “gün” bulunmayacağından “yevm” gün mutlak zaman, mânâsına, yani iki nöbette demek olur ki Allah en iyisini bilir. Birisi “Göklerle yer bitişik halde iken, bizim onları birbirinden yarıp ayırdığımızı… görmediler mi?” Enbiya, 21/30 ifadesi gereğince, yeryüzünün gökten, ayrıldığı gün, birisi de “O yeri uzatıp döşeyendir.” Ra’d, 13/3 buyurulduğu üzere, yeryüzünün “medd” olunduğu, yani yerkürenin kabuğunun kaymak halinde döşenmeye başladığı gündür. İkinci tahlile göre, mânâ yerküreyi iki günde olmak üzere yarattı demek olur. Bu şekilde yerkürenin kaç günde yaratıldığı söylenmiş olmayarak yaratıldıktan sonra iki gün içinde bulunması hali anlatılmış olur ki, bu da bir seneyi ikiye bölen iki gün dönümü nöbetidir. Çünkü yeryüzü bu iki zaman içinde deveran etmek, dönmek üzere Hem onda üstünden baskılar yaptı; dağlar, yeryüzünün kabuğunu tabanına çiviler gibi kazıklar. Bu “vav”, istinafiyedir, fiiline atıf değildir, çünkü fasıl vardır. Ve onda bereketler meydana getirdi. Yeryüzünde hayır ve hayrata elverişli şeyler, sular madenler, doğma ve gelişme kuvvetleriyle bitkiler ve hayvanlar gibi feyz ve bereket kaynaklarını yetiştirdi. Ve onda azıklarını da takdir buyurdu, yani bitkilerin ve hayvanların yaşamak için muhtaç oldukları yağmur ve diğer hasılatı da miktar ve sayılarıyla tayin buyurup yeryüzünde biçimine koydu. Dört gün içinde, yani bütün bunları dört gün içinde yaptı. Yahut dört gün içinde olarak yaptı. Önceki “iki”de içinde dahil olmak üzere, “dört” ki, bunda da gösterdiğimiz şekilde öbürleri gibi iki mânâ vardır. Birisi, madenlerin ve dağların yaratılması nöbeti, biri de bitkilerin ve hayvanların yaratılması nöbeti ki iki önceki ile dört olur. Birisi de dan hal olmasıdır ki, dört mevsimi göstermiş olur, bu şekilde önceki iki burada dahil olmuş bulunur. Benim aciz anlayışıma göre burada bu mânâ, öbüründen daha ön plânda, ifadenin akışına daha uygundur. Çünkü yeryüzünün bereketleri ve rızıkları her sene bu dört mevsim içinde yetişir. Sayısı ve miktarı ile biçimini bunlar içinde alır, bu sebepten dolayı nin, ve fiillerine bağlanması dahi aynı mânâyı ifade edebilir. Ve bu mânâca şu kayıt da açık olur. Bütün araştıranlar için eşit olmak üzere dört gün, çünkü her yerde rızık isteyenlerin hepsinin rızkı bu dört mevsim içinde yetişir, rızıklar eşit olmazsa da günler eşittir. Dört mevsim hepsi için dörttür. Burada ye müteallık bağlı olmaması ve meseleyi soranlar mânâsına olması da dört günü, önceki “iki”ye ekleyerek, toplamını “altı” olmak üzere tefsir etmeyi uygun görmüyorlar, çünkü bu şekilde gökyüzünün zikrolunacak iki günüyle günlerin toplamı sekize ulaşıyor. Oysa birçok âyetlerde “O gökleri ve yeri altı günde yarattı.” A’raf, 7/54 buyurulmuş olmakla bu günler, o altı günün beyanı olduğuna göre o sayıyı aşmamak gerekir.Bu nokta için A’raf Sûresi’ndeki “Şüphesiz ki Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra emri Arş üzerinde hükümran olan Allah’tır.” A’raf, 7/54 âyetine bkz.11- Sonra “sema”ya göğe doğru doğruldu, yani ilâhî inayetini, ilgisini dosdoğru göğe yöneltti. Kelimesi ile kullanıldığı zaman “istikamet almak”, “dosdoğru yönelmek” mânâsınadır ki, yüce Allah hakkında doğrudan doğruya “irade” ile tefsir olunur. Yani ilâhî inayetini, iradesini göğe doğru yöneltti. O bir duman halinde idi. İrade buyurdu da ona ve yeryüzüne dedi ki ikiniz de ister istemez gelin. İkiniz birden emrime boyun eğin, huyunuza gerek uygun olsun, gerek olmasın, yahut ikiniz de vücuda gelin, yoktan var ki ikimiz de isteyerek geldik. Buradaki yi, Râzî ve Kâdı Beydâvî gibi tefsir bilginlerinin bir kısmı “zamanî” değil, “rütbî terahî” sonralık ile anlamışlar, yani göğün yaratılışı, yeryüzünün yaratılışından önce olup, yalnız burada yeryüzünün yaratılmasını beyandan sonra açıklanmıştır. Bu şekilde demek, “vücuda gelin” var olun mânâsına gelen “tekvin”den ibarettir. “Dühan” Buhar da ilk maddenin yaratıldığı haldir. İlk önce, ilk madde yaratılmış ve onda henüz bir ışık olmadığı, karanlık bir halde bulunduğu veyahut madde tabiatı esas itibarıyla karanlık bulunduğu için “duhan” denilmiştir. Bu güzel bir mânâdır. Fakat cümlesinin hal cümlesi olarak, ya, bitişmesi ve emrinden önce olması gerekeceğine göre, bu tefsirin maddenin “kıdem”ini ezelî oluşunu ifade etmek gibi, bir kusur ve lekesi vardır. Buna karşılık çoğu tefsir bilginleri ise nin “terahisi” sonralığınin zamanî olduğu kanaatine varmışlar ve yeryüzünün ilk yaratılışı gökyüzünden önce olup, ancak “Bundan sonra da yeri yayıp döşedi.” Naziat, 79/30 âyetinin ifadesince döşenmesinin sonra olduğunu söylemişlerdir. Acizane ben de bunu cumhurun üslubu üzere anlamayı tercih ediyorum. Şu kadar ki gökten murad, “Biz gökten de su indirdik.” Lokman, 31/10 âyetinde olduğu gibi, yeryüzünün yukarısı, hava tarafı demek olduğu kanaatine varıyorum. Bu şekilde “Sonra göğe doğru doğruldu” âyeti yukarıdaki ya atfedilmiş olarak şöyle demek olur İlk kez yeryüzünü yarattıktan sonra doğrudan doğruya yukarısını yaratmayı irade buyurdu, bir duman olarak. Demek ki yeryüzü ilk yaratılışında ilkin gökten ayrıldığı sırada ateş halinde idi, sonra bu ateşten onun yukarısına doğru seması olarak duman halinde gazlar püskürüyordu. Bu halde bu duman halindeki göğe ve yeryüzüne“İkiniz de ister istemez gelin. Tabiatınıza uygun gelse de gelmese de ikiniz birlikte, birbirinize uyarak, bir nizam üzere hareket edin” dedi. Bütün gökyüzü içinde, yeryüzünün ve havasının birlikte hareket etmesini emreyledi. “İkimiz de isteyerek geldik” dediler. Bazıları bu emri ve isteyerek boyun eğmeyi şuurî mânâda anlamak istemişlerse de mutlak emre uyma ve boyun eğme mânâsına olması daha ağır basmaktadır. Yani verilen emirde, icra edilen tesirde her biri tabiatındakinin aksine bir fiil ve harekete dahi sevkedilseler, onlar onun kabulünü bir tabiat, bir huy edinmişlerdir. Onun için hareket ve hareketsizlik gibi çeşitli tabiatta tesirleri tabiî gibi kabul ederler. İlâhî emre karşı hiçbir muhalefetleri meydana gelmez. Onun için “atalet” kanunu denilen bu boyun eğme ve kabiliyet ile bütün gök cisimlerinin ve yeryüzü cisimlerinin olayları tabiî imiş gibi açıklanabilir. Burada eserden olmak üzere şöyle bir söz de naklederler Denilmiş ki gökler ve yeryüzü yaratılmadan arş su üzerinde idi, sudaki sıcaklıktan bir kaymak ve bir duman çıktı, kaymak suyun yüzünde kaldı, ondan kuraklığı yarattı ve ondan yeryüzünü meydana getirdi. Duman da yukarı yükseldi ondan da gökyüzünü yarattı. Fahrü’r-Râzî der ki Bu hikaye Kur’ân’da yoktur. Yahudilerin Tevrat dediği kitabın başında vardır. Bir delil delalet ederse kabul olunabilir. Zemahşerî garip bir fıkra daha nakleder de kuraktan bir yeryüzü yaptı, sonra da onu ayırdı, iki yeryüzü yaptı der. Ayrılan bu iki yeryüzü nedir? Ya yeryüzünden ayın ayrılması olacak, yahut da Amerika’nın ayrılması Şimdi asıl, göklere geçilerek buyuruluyor ki Kısacası onları iki günde sağlam yedi göğe tamamladı. Bu iki günün birisi yeryüzünün de yaratılmasından önceki ilk maddenin yaratılması, birisi de cisimlerin teşekkülü günleridir ki A’raf Sûresi’nde beyan olunduğu üzere altı günden ikisini teşkil eder. Yahut birisi yerin yaratılmasından önce, birisi de yerin yaratılmasından sonradır. Çünkü Ay, Zühre Venüs ve Utarid Merkür gibi bazı gök cisimlerinin yaratılması, yeryüzünün yaratılmasından sonradır. Buna göre deki, nın takip mânâsı da saklı kalmış olur. Bakara Sûresi’nde “Onları yedi gök halinde düzenledi.” Bakara, 2/29 âyetinin tefsirine bkz. Benim acizane fikrime göre, bu iki gün, göklerden hâl-i mukaddere olmak üzere birisinin dünya, birisinin ahiret olması da muhtemeldir. Bunları böyle sağlam yaptı ve tamamladı. Her gökte ona ait emri de vahyetti. Her “sema”nın meleklerine orada cereyan edecek işlerin emrini de telkin buyurdu ki bu da “tamamlama” cümlesindendir. Bütün bunların bu yolda ortaya çıkmasından ve tamamlanmasından yüce Yaratıcının kudretinin delilleri tecelli edip ortaya çıktığı için bu noktada “gıyab”dan üçüncü tekil şahıs “tekellüm”e, birinci şahsa dönülüyor ki ve dünya göğünü mısbahlar, yani parlak kandillerle donattık, süsledik. “En yakın göğü bir zinetle, yıldızlarla süsledik.” Saffât, 37/6 . Hem de korunmuş kıldık. Şeytanlar yanaşamazlar. İşte o, o azîz ve her şeyi bilen Allah’ın Siz onu hep inkâr mı edip duracaksınız, de. Yine yüz çevirir aldırmazlarsa, o zaman de ki size bir yıldırım tehlikesi haber veriyorum. Yani yıldırım gibi bir çarpışta helak edecek şiddetli bir azap “Âd ve Semud’un uğradığı yıldırım gibi”. Delailü’n-Nübüvve’de Beyhakî ve İbnü Asâkir Cabir b. Abdullah’tan rivayet ederler. O demiştir ki Ebu Cehil ile Kureyş’in ileri gelenlerinden bir topluluk şöyle dediler “Muhammed’in işi bizi şüpheye düşürdü, sihir, kehanet, falbakıcılık ve şiiri bilen bir adam arasanız, onunla konuşsa da bize onun durumunu bir anlatsa.” dediler. Bunun üzerine Utbe b. Rebia “Ben vallahi şiiri, fal bakmayı, sihri dinlemişim, ona dair bir ilim edinmişimdir. Eğer öyle ise Muhammed bana gizli kalmaz.” dedi ve vardı “Ya Muhammed, sen mi daha hayırlısın, Haşim mi; sen mi hayırlısın, Abdulmuttalib mi?” dedi. Resulullah cevap vermedi. “Ya sen bizim ilâhlarımızı kötülüyor, atalarımızı sapık olarak gösteriyorsun, eğer başkanlık senin olsun istiyorsan bayraklarımızı sana dikelim ve eğer mal istiyorsan sana mallarımızdan senin ve arkandakilerin ihtiyaçlarını giderecek mal toplayalım ve eğer kadın ihtiyacın varsa Kureyş kızlarından beğeneceğin on tanesini seninle evlendirelim.” dedi. Resulullah susuyor söylemiyordu. Utbe sözünü bitirdiği zaman, Resulullah “Bismillahirrahmanirrahim” deyip, diye okudu. “Bunun üzerine yine başlarını çevirirlerse o zaman de ki Size Ad ve Semud yıldırımı gibi bir yıldırım haber veriyorum.” âyetine gelince, Utbe hemen Resulullah mübarek ağızlarını tuttu “Rahime” yemin vererek vazgeçmesini rica etti. Kureyş’e çıkmadı, birkaç gün görünmeyince Ebu Cehil “Ey Kureyş topluluğu!” dedi. “Utbe neden görünmüyor? Zannederim Muhammed’e saptı, galiba onun yemeği hoşuna gitti, bu mutlak ihtiyacından olmalı, kalkın gidelim bakalım” dedi. Vardılar. Ebu Cehil “Ey Utbe” dedi. “Sen Muhammed’e saptın o galiba hoşuna gitti, bir ihtiyacın varsa seni Muhammed’e muhtaç etmeyecek mal toplayabiliriz.” Bunun üzerine Utbe kızdı ve bundan sonra Muhammed’e ebediyyen bir şey söylemeyeceğine billahi diyerek yemin etti de dedi ki “Bilirsiniz, ben Kureyş’in malca en zenginiyim, fakat ben ona vardım..” diye hikayeyi anlattı. “Bana” dedi, “bir şey ile cevap verdi ki Vallahi o sihir değil, şiir de değil, fal bakıcılık da değildir” O, okudu âyetine gelince, ben ağzını tuttum ve Rahîm’e yemin verdim, bunun üzerine kesti. Vallahi bilirsiniz ki Muhammed bir şey söylediği zaman yalan çıkmaz, onun için başınıza bir azap inmesinden korktum.”14-18- Önlerinden ve arkalarından, yani her taraflarından geldiler ve her yönden her şekilde çalıştılar, uğraştılar yahut ilerisini gerisini, geçmişi geleceği anlattılar, korkuttular, uyarıda bulundular. “Sarsar” rüzgarı, soğuğunun şiddetinden yakıp kavuran veya gürültüsü çok olan fırtına uğursuz günlerde, müneccimler buradan bazı günlerin uğursuz olduğuna delil getirmişlerdir. Fakat kelam bilginleri demişlerdir ki günlerin “uğurluluk” ve “uğursuz”lukla nitelenmeleri zatî değil, izafîdir. Yani gün bir adama göre uğursuz, diğer bir adama göre de uğurlu olabilir. Elem gören bir adam için uğursuz, nimet gören bir adam için uğurlu olur. Denilir ki bu günler Şubat’ın sonundan “Berdü’l-acûz” kocakarı soğuğu denilen günleri idi. Şevval’in sonunda çarşambadan çarşambaya olduğu da rivayet Şerifi19- O gün Allah’ın düşmanları cehennem ateşine sürülmek üzere hep bir araya Nihayet oraya vardıkları zaman kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları şeyler hakkında onların aleyhinde şahitlik Onlar derilerine “Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?” derler. Derileri de “Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu, sizi ilk defa yaratan O’dur ve siz yine O’na döndürülüyorsunuz” Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin aleyhinizde şahitlik edeceğinden korkarak kötülükten sakınmıyordunuz. Fakat yaptıklarınızdan birçoğunu Allah’ın bilmeyeceğini İşte Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu zannınız sizi helak etti de zarara uğrayanlardan Şimdi eğer dayanabilirlerse onların yeri ateştir. Yok eğer hoşnutluğa dönmek isterlerse bile artık onlar hoşnut edileceklerden Biz onlara birtakım arkadaşlar musallat ettik de onlar kendilerine önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini güzel gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip, geçmiş olan cin ve insan toplulukları hakkındaki, azab sözü onlar için de hak oldu. Doğrusu onların hepsi de kendilerine yazık Kulakları, gözleri ve derileri aleyhlerine şahitlik ederler. Kendilerinin duyu, idrak, kavrama ve ezberleme araçları olan organları ve âletleri şahitlik ederler ki değişikliklerin en dehşetli ve korkunç safhalarından biridir. Kâdı Beydâvî şöyle diyor Allah’ın onları konuşturması ile veya üzerlerinde kazançlarını gösterecek birtakım eserler, izler ortaya çıkarmasıyla ki, bu şekilde lisan-ı hâl durumlarının dili ile söylemiş olurlar. Fakat biraz sonra “Bizi her şeyi söyleten Allah şöyle söyletti” diye açıkça ifade edilecektir. Hadiste yer almıştır ki “İnsanda ilk söyleyen fahz-i yüsra sol oyluktur, sonra organlar söyler.” Bunun üzerine kahrolası der, ben seni Ve işte bu sizin Rabbinize karşı beslediğiniz zannınızdır ki sizi helak etti. Bu zann Allah hakkında yanlış olan kötü zandır ki helak edicidir. Demişlerdir ki “Zann iki çeşittir. Biri kurtarıcı, biri de helak edicidir.” “Ben kulumun hakkımda beslediği zanna göre olurum.” kudsi hadisinin mânâsını yanlış anlamamalıdır. Hasan Basri hazretleri bu âyeti okumuş da demiştir ki İnsanların amelleri Rablerine karşı besledikleri zanna göredir. Mümin Allah’a güzel zan besler, güzel amel yapar, kâfir ve münafık da kötü zanda bulunur, kötü amel yapar. Artık onlar arzularına erdirilecek, döndürülecek değillerdir. Bir hadis-i şerifte, “Öldükten sonra geri çevrilecek yoktur” buyurulmuştur. Ve onlara birtakım arkadaşlar takdir ettik, sardırdık. Şeytanlardan kendilerine yakın olup yanaşan birtakım arkadaşlar ki, kabuğunun yumurtayı sarması gibi onları sarmışlar, başlarına dolanmışlardır. Çünkü “Kim o çok esirgeyici Allahnin zikrinden göz yumarsa, biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık bu onun ayrılmaz bir arkadaşıdır.” Zuhruf, 43/36 buyurulmuştur. Ve üzerlerine o söz, hak oldu. O söz, azab kelimesi, yani Hak Teâlâ’nın İblis’e şu sözüdür “İşte bu doğru. Ben şu gerçeği söyleyeyim Andolsun cehennemi senden ve onların sana tabi olanlarından, topunuzdan tıka basa dolduracağım.” Sâd, 38/84-85.Meâl-i Şerifi26- İnkâr edenler “Bu Kur’ân-ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki üstün gelirsiniz” Biz mutlaka inkâr edenlere şiddetli bir azab tattıracağız. Ve onlara yaptıkları amellerin en kötüsünün cezasını İşte Allah’ın düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi bile bile inkâr etmelerinin cezası olarak, onlar için orada ebedî olarak kalacakları cehennem yurdu İnkâr edenler “Ey Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi doğru yoldan saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım, böylece cehennemin en altında kalanlardan olsunlar.” “Rabbimiz Allah’tır” deyip, sonra da doğrulukta devam edenlere gelince, onların üzerine melekler iner ve derler ki “Korkmayın, üzülmeyin, size vaad edilen cennetle sevinin.”31- “Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostlarınızız. Cennette sizin için canınızın çektiği ve istediğiniz her şey vardır.”32- Bunlar çok bağışlayıcı ve çok merhametli olan Allah tarafından bir Bir de dedi ki o inkâr edenler Şu Kur’ân’ı dinlemeyin ve onun hakkında yaygara, gürültü yapın. Rivayet olunduğuna göre Resulullah Mekke’de iken yüksek sesle Kur’ân okuduğu zaman müşrikler etraftan dinleyen insanları kovar, dağıtırlar; dinlemeyin şu Kur’ân’ı ve asılsız yaygara, gürültü yapın derler ve ıslık çalar gürültü Allah kâfirlere olan tehdit ve uyarıdan sonra müminlere vaad ve müjde ile buyuruyor ki Onlar ki Rabbimiz Allah’tır dediler, sonra istikamet üzere bulundular, doğru gittiler, yani Allah’ın birlik ve Rabliğini tasdik ve ikrar edip şirke dönmeksizin o ikrarda sabit olarak gereğince gittiler. Keşşaf tefsirinde denilir ki Âyet metnindeki “sonra” istikametin mertebede ikrardan terahisi sonralığı ve onun üzerine üstünlüğü dolayısıyladır. Çünkü bütün mesele istikamettedir.” “Müminler ancak o kimselerdir ki Allah’a ve Resulüne iman ettikten sonra şüpheye sapmayıp…” Hucurat, 49/15 ifadesi de bunun benzeridir. Mânâ “Sonra o ikrar ve gereği üzerinde sebat ettiler” demektir. Hz. Ebu Bekir’den bir rivayette “Sözde doğru yolda oldukları gibi fiilde de doğru yolda oldular.” Diğer bir rivayette de yine Ebu Bekir Sıddık bu âyeti okuyup “Ne dersiniz?” dedi. “Günah işlemediler” dediler. “Pek zor ihtimale tefsir ettiniz, ibadeti yaparlarken putlara dönmediler” dedi. Hz. Ömer bir hutbesinde bu âyeti tefsir edip demiştir ki “Allah’a itaatte istikamet yaptılar, tilkiler gibi hilekarlığa sapmadılar.” Hz. Osman “Amelde ihlas yaptılar.” Hz. Ali “Farzları eda ettiler.” Süfyan-ı Sevri’den “Dediklerine uygun amel ettiler.” Rebi’î b. Enes’ten “Allah’ın masivasından Allah’tan başka her şeyden yüz çevirdiler.” Süfyan b. Abdillahi’s-Sakafî hazretleri de demiştir ki “Ya Resulallah! Bana tutunacağım bir iş haber ver.” dedim. Resulullah buyurdu ki “Rabbim Allah de, sonra da, dosdoğru ol.” Bunun üzerine, “Benim hakkımda en korkacağım şey nedir?” dedim. Resulullah kendi dilini tutup “işte bu” buyurdu. Üzerlerine peyderpey Allah’ın elçileri melekler iner. Kâfirlere şeytanlar arkadaş olduğu gibi, bunlara da melekler iner. Mücahid ve Süddî demişlerdir ki Ölüm anında; Mukatil Yeniden dirilme anında; bazıları da hem ölüm, hem kabir, hem yeniden dirilme anında demişler. Bununla birlikte âyet mutlaktır. Dünyada hayatın her anına da uyar. fiili Hem “müzari” kipi olmakla, “istimrar” süreklilik, hem “tefe’ul” kalıbından olmakla tekellüf kendini zorlama ve tevali peşi peşine olma ifade eder. Özellikle biraz sonra hem dünya ve hem ahiret açıkça belirtilecektir. Yani sürekli olarak iner iner dururlar. Şöyle diye korkmayın, gelecekten endişe etmeyin, hüzünlü de olmayın, yani geçmişe de merak etmeyin. Çünkü “Haberiniz olsun ki Allah’ın velileri için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.” Yunus, 10/62. Vaad olunup durduğunuz cennet ile müjdelenin, neşelenin,31- biz sizin evliyanız, dostlarınızız, hem dünyada, hem ahirette. Bu kayıt gösterir ki meleklerin inişi hem dünya, hem ahirete şamildir. Ancak bazıları bunun doğrudan doğruya ilâhî kelam olduğu kanaatine varmışlardır ki “Allah iman edenlerin yardımcısıdır.” Bakara, 2/257 gibi “veliyyülemir” işlerini üstlenen, “veliyyünnimet” nimet veren, koruyucu ve muhafaza eden demek olur. Fakat açık olan ihtimal bu sözün meleklerin sözlerinden olmasıdır. Cennet ile sevinecek ne var derseniz, Orada size canlarınız ne arzu ederse var, hem orada size ne isterseniz var, yani her neye gelsin derseniz hemen Bir ağırlama, yani konukluk, ikramiye olarak çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici Allah’tan. Mutluluk mertebeleri tam ve tamüstü olmak üzere ikidir. Tam mutluluk zatında mükemmel olacak üstün nitelik kazanmaktır. Bu dereceyi geçip de noksanları mükemmelliğe erdirmek için çalışmak da tamüstüdür. Birinciye işaret olmak üzere “Rabbimiz Allah deyip sonra istikamet edenler…” buyurulduğu gibi, ikinciyi anlatmak üzere de buyuruluyor kiMeâl-i Şerifi33- Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve “Ben gerçekten müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?34- Hem iyilik de bir değildir, kötülük de. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. O zaman seninle kendi arasında bir düşmanlık olan kişinin, sanki samimi bir dost gibi olduğunu Bu olgunluğa ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak hayırdan büyük bir pay sahibi olan Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa hemen Allah’a sığın. Çünkü O her şeyi işitir ve Gece ile gündüz ve güneş ile ay Allah’ın kudretinin delillerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin. Eğer sadece Allah’a kulluk yapmak istiyorsanız, onları yaratan Allah’a secde Eğer onlar büyüklük taslarlarsa bilsinler ki, Rabbinin yanındaki melekler gece gündüz O’nu tesbih ederler ve hiç Senin yeryüzünü boynu bükük, kupkuru görmen de Allah’ın kudretinin delillerindendir. Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir ve kabarır. Şüphesiz ki ona hayat veren Allah mutlaka ölüleri de diriltir. Doğrusu O’nun her şeye gücü Âyetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp inkâra sapanlar bize gizli kalmazlar. O halde ateşe atılacak olan mı daha hayırlıdır, yoksa kıyamet günü güven içinde gelecek olan mı? İstediğinizi yapın. Şüphesiz ki Allah, yaptığınız şeyleri hakkıyla Kur’ân kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler, mutlaka cezalarını çekceklerdir. O gerçekten çok değerli bir Ona ne önünden, ne de ardından batıl gelemez. O hüküm ve hikmet sahibi, öğülmeye layık olan Allah tarafından Ey Muhammed! Sana senden önceki peygamberlere söylenenden başka bir şey söylenmiyor. Şüphesiz ki senin Rabbin hem mağfiret sahibidir hem de acı verecek bir azap Eğer biz onu yabancı dilden bir Kur’ân yapsaydık onlar mutlaka “Bu kitabın âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Arap bir peygambere yabancı dil, öyle mi?” derlerdi. Sen de ki “O, iman edenler için bir hidayet ve şifadır.” İman etmeyenlerin kulaklarında ise bir ağırlık vardır. Kur’ân onlara göre bir körlüktür. Sanki onlar uzak bir yerden çağrılıyorlar da duymuyorlar.33- Ve kimdir o kimseden daha güzel sözlü ki, yani sözü ve görüşü o kimseden daha güzel hiçbir kimse olamaz ki, Ben şüphesiz müslümanlardanım deyip, yani ihlas ile Allah’a yüz tutup, İslâm yoluna seve seve girip hayır ve düzeltmeye çalışarak Allah’a davet etmektedir. Sûrenin başında geçtiği üzere “Kalplerimiz senin bizi çağırdığın şeylerden örtüler içinde.” Secde, 41/5 diyen kâfirlerin sözlerine karşı ne güzel bir cevaptır. Allah’a davet peygamberlerin ve peygamber varisleri olan ermişlerin gittikleri yoldur. “De ki İşte bu benim yolumdur. Ben Allah’a bir basiret üzere davet ediyorum. Ben de, bana tabi olanlar da böyleyiz.” Yunus, 12/108 buyurulduğu gibi, bu âyet de başta peygamber olmak üzere onun izinden giden ve basiret ile Allah’a davet edenlerin hepsini kapsamaktadır. Bu sebepledir ki İbnü Abbas’tan bir rivayette bunun Resulullah hakkında, bir rivayette de ashabı hakkında nazil olduğu nakledilmiş, Hz. Aişe’den de müezzinler hakkında nazil olduğu rivayet olunmuştur. Bununla birlikte nüzul sebebi özel olsa bile, bu niteliklerle vasıflı bulunan, yani İslâm’a inanan samimi bir tevhidçi ve hayra, düzelme etkeni olarak Allah’a davet eden, her davetçinin bu kavrama dahil olduğunda şüphe yoktur. Sûrenin Mekkî, yani Mekke inişli olması, ezanın ise Medine’de meşru bulunması dolayısıyla müezzinler hakkında indiği rivayetini, hükmün onlara da şümulü, yani onları da kapsaması mânâsına anlamak gerekir. Ezanın da en güzel sözlerden olduğu söz götürmez. Demek olur ki Allah’a davet yalnız imana davet etmek demek değildir. Müminleri amel etmeye davet etmek de bu mânâya dahildir. Bundan dolayı Allah’a davet, tevhid ve itaatine davet demektir ki, bunun neticesi de Allah’a kavuşmaya davete varır. Kısacası Allah’a davet en güzel sözdür, ancak böyle olması iki şart ile şartlıdır. Birisi o davet yalnız kuru bir laftan ibaret kalmamalı, durumu sözüne aykırı olmamalı, sözü ile birlikte salih ameli de olmalıdır. Yani önce kendini düzeltmeli, kendisi ilâhî ahlak ile ahlaklanmalı, başkalarını davete layık ve sözüne kendi fiili şahid olacak şekilde çalışarak, güzel iş yaparak davet etmeli ki, basiret üzere bulunmak ve icabında kılıca sarılmak bu salih ameldendir. Birisi de İslâm’dır. Davetçi müslümanlardan olmalı, davetine hiç şirk karıştırmayarak “Rabbimiz Allah deyip sonra istikametle giden” samimi müslümanlardan bulunmalıdır. İslâm olmayınca amelde tam düzgünlük bulunmaz ve Allah’a davet edilmiş olmaz. Ebu Hayyan Bahr’da der ki “Zeyd b. Ali “Allah’a kılıçla davet eden…” demiştir. Kendisini Emevî hükümdarlarından bazı zalimlere karşı kılıçla ayaklanmaya sevkeden de bu olsa gerektir. Adı geçen Zeyd Allah’ın kitabını bilirdi. Hişam b. Abdülmelik’in hapsinde iken kendisinden not tutanlara açıklamış olduğu tefsirinden bir kısmını gördüm ki, ilimde ve Arap kelamı ile delil getirmede çok büyük bir ilmî nasibi vardır. Denilir ki kardeşi Muhammed Bakır ile ikisi tartıştıkları münazara ettikleri zaman herkes mürekkep şişelerini alıp toplanır, onların ilimlerinin ürünlerini yazarlardı. Allah her ikisine de rahmet etsin ve onlardan razı olsun.”34-Allah’a davetin mertebeleri ve mertebesine göre zahmetleri, çileleri ve yorgunlukları bulunduğundan dolayı da buyuruluyor ki Bununla birlikte güzellik de eşit olmaz, kötülük de. Güzellik ile kötülük eşit olmak şöyle dursun, her iyilik de bir olmaz, her kötülük de. Hem güzel huyların, iyi amellerin eserlerde ve hükümlerde mertebeleri çeşitlidir; hem de kötülüklerin, kötü huyların mertebeleri çeşitlidir. Mesela kötülüğe karşı kötülükle iyiliğe karşı kötülük bir olmayacağı gibi, iyiliğe karşı iyilikle, kötülüğe karşı iyilik de bir olmaz. Onun için en güzel olan davete karşı yapılan kötülükler, o inkârlar, nankörlükler, eziyetler de kötülüklerin kötüsüdür. Bununla birlikte o kötülüklerin de çeşitli mertebeleri vardır. O halde ne yapmalı? Emri bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münker ile Allah’a davet yapılırken kötülüklerin şiddetlenmesine sebep olmayarak en güzel hasene olan muamele ile veya Allah’a davetin en güzel biçimi ile sav. O çeşitli mertebelerdeki kötülüğü savmak için en güzel yol, Allah’a davet yolu; Allah’a davetin en güzel tarzı, İslâm ile birlikte salih amel işleyerek olanı; salih amelin en güzeli de kötülüğe karşı iyiliktir ki, sadece bağışlamadan, sabırdan daha durumda bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse şefkatli bir hısım, akraba gibi olmuştur. Denilmiştir ki nitekim Ebu Süfyan öyle Ona ise, kötülüğü en güzel iyilikle savmak huyuna, karakterine ancak sabredenler, sabrı huy edinenler erdirilir. Çünkü nefsi intikam duygusundan alıkoymak, ancak gerçek sabır ile olur. Ve ona ancak büyük nasip sahibi erdirilir. Ruhî kuvvetlerden ve nefsî faziletlerden yüksek bir derece ile ilâhî nimetten büyük bir paya erişmiş olan bahtiyar kimseler Ve şayet seni şeytandan bir dürtme dürtecek olursa ona uyma da şerrinden hemen Allah’a sığın. “Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım.” deyip Allah’ın korumasını iste. Şüphesiz ki her şeyi işiten ve bilen O’dur. Senin sığınmanı işitir, niyetini ve her halini davetin amellerin ve sözlerin en güzellerinden olduğu beyan olunduktan sonra, onun büyüklük ve kudretini en göz kamaştırıcı âyetlerle göstermek üzere buyuruluyor ki Ve O’nun âyetlerinden, varlık ve kudretinin, ilim ve hikmetinin delillerinden ve alametlerindendir gece ile gündüz. Âlemdeki bu olaylar zamanın akışındaki bu değişiklikler, gösterir ki, yukarıda yaratıldıkları beyan olunan yeryüzü ve seması ile bu âlem bir kararda, bir tabiatta durup kalmaz, ân’dan ân’a, halden hale değişir, bugünü yarın izler; bu şekilde bütün bu değişiklikler yaratıcısının yaratmasını ve kudretini ve bu dünyanın bir ahireti bulunduğunu gösterir. Gaflet etmemek gerekir ki gece ile gündüzün bu hatırlatılmasında mağrurlara bir korkutma ve uyarı, kederli ve üzgünlere bir teselli gece ile gündüz O’nun âyetlerinden olduğu gibi, ve güneşle ay da, biri gündüz sultanı olan ışık, biri de gece sultanı olan nur, ikisi de yüce Allah’ın sanat ve kudretinin, dünya semasını süsleyen en güzel tecellilerindendir. Gece ile gündüze karşılık güneş ile ayın birbirine ters bir tertip içinde ifade edilmesinde birkaç fayda vardır. Birincisi Güneşin gündüze bitişik olmasını korumak. İkincisi Güneşin aya göre, asil olduğuna işaret etmek. Üçüncüsü Geceden gündüze geçildiği gibi, gündüzden de geceye olan değişimi vurgulamak. Dördüncüsü de leylü nehar gecegündüz ile şems ve kamer güneş ve ay arasında “râ” harfinde bir denge hoşluğu vermektir. Güneş ve ayın bu tecellilerinden dolayı ne güneşe, ne de aya secde etmeyin. Çünkü onlar da sizin gibi yaratıklardır. Bütün onları yaratmış olan Allah’a secde edin. Eğer siz gerçekten O’na ibadet edecekseniz, başkasına secde etmezsiniz, çünkü secde ibadetin en özelidir. fiilinde zamiri Zemahşerî’nin ifadesine göre, “….” âyetler te’vili ile gece ve gündüzün, güneş ve ayın yerine geçmek üzere müennes ve çoğul getirilmiştir. Bununla birlikte “Hepsi de birer yörüngede yüzerler.” Yâsin, 36/40 gibi, güneş ve ayla birlikte bütün yıldızların yerine kullanılmış olması da düşünülebilir. İmam Şafiî’ye göre, secde bu âyetinde yapılır. Fakat İmam Azam Ebu Hanife Hazretlerine göre ikinci âyetin sonunda 41/38 de yapılmalıdır. Çünkü söz orada tamam oluyor. İbnü Abbas, İbnü Ömer, Ebu Vâil ve Bekir b. Abdullah da bu kanaate varmışlardır. Mesruk, Sülemî, Nehaî, Ebu Salih ve İbnü Sîrîn’den de böyle âlemin değişikliklerine işaretle buyuruluyor ki ve onun âyetlerindendir ki sen yeryüzünü boyun eğmiş görürsün. Boynu bükük bir zelil gibi kuraklıktan çökmüş, perişan bir hale düşmüştür. Yeryüzünün hüsran ve kuraklık halindeki perişanlığı, zillete düşmüş bir kimsenin boynunu büktüğü huşu, yani perişan halinde benzetilmiştir. Bu benzetme bir taraftan secde etmek istemeyen kibirli kimselerin nihayet toprak olup zelil olduklarını hatırlattığı gibi, bir taraftan da alçak gönüllü olanların yükseleceklerine işaret için buyuruluyor ki derken onun üzerine o suyu indirdiğimiz zaman titrer, deprenir ve kabarır şüphe yok ki ona o hayatı veren, o yeryüzünü öyle dirilten elbette ölüleri de diriltir. Ruhsuz cesetlere ruh verir. Şüphesiz ki O, her şeye kadirdir. İradesinin yöneldiği her şey vücuda gelir, kâfirler yıkılır, müminler yükselir. Onun için şu andan itibaren yılmayıp davete ifadeden sonra istikametin zıddına giden inkârcıları tehdit ile buyuruluyor ki Bizim âyetlerimizde ilhad edenler inkâra sapanlar.İLHAD Aslında lahde mezara koymak demek olup, doğruluktan eğrilmek, haktan batıla sapmak mânâsına da gelir. Rağıb der ki İlhad iki türlüdür. “Birisi Allah’a şirk ilhadı, birisi de esbabda sebeblerde şirk ilhadıdır.” Birincisi imana aykırı olur onu yok eder.3 İkincisi ise, onu yok etmezse de tutanaklarını zayıflatır. Âyetlerde ilhad, doğru mânâ vermeyip istikametten ayrılarak eğrisine çekmek demek olur ki yalanlamayı, inkârı, yanlış tevili ve tahrifi kapsar. “Âyetler”, zikrolunan gece ve gündüz, güneş ve ay gibi kâinata dair âyetler ve mucizelerle, Kur’ân gibi indirilmiş olan ve hüküm getiren âyetlerden daha geniş kapsamlıdır. Her ikisine de aykırı gitmek “ilhad”dır. İlhadın da cezası ateşe atılmaktır. Çünkü ilhad ateşe gülistan diye atılmak gibidir. Onun için buyuruluyor ki “Ateşe atılan mı daha hayırlıdır, yoksa kıyamet günü güven içinde gelecek olan mı?” Dilediğinizi yapın.” Bu âyet “Kendilerine geldiği zaman zikri Kur’ân’ı inkâr edenler.” ifadesi yukarıki “Âyetlerimizde ilhada sapan sapkınlar…” Fussilet, 41/30 âyetinden bedeldir. Bundan dolayı haberi, de geçen “Elbette bize gizli kalmazlar.” Fussilet, 41/30 âyetidir. Âyette geçen “zikir” kelimesinden maksat, Kur’ân olduğu için mutlak “âyetlerden” sonra, özellikle Kur’ân’ın değerine ve önemine özen gösterme ifadesidir. Demek ki “âyetler” Kur’ân’dan daha genel olduğu gibi, “ilhad”da inkârdan daha geneldir. Aziz bir kitap, yani bir kitap ki eşi bulunmaz42-43 ne önünden, ne ardından O’na batıl yanaşamaz. İçindekiler hiçbir şekilde iptal edilemeyecek derecede doğru ve sağlam, ona karşı yapılan asılsız gürültü, inkâr ve ilhad onun haddi zatındaki delil ve sağlamlığına hiçbir eksiklik veremez, öyle aziz hamîd, yani bütün kâinatın üzerindeki nimetleriyle hamd ve medhettiği bir hikmet sahibinden Muhammed! Sana senden önceki peygamberlere söylenenden başka bir şey söylenmiyor. Kâfirler tarafından sana söylenen sözlerin bütün özeti, “Biz sizin gönderildiğiniz şeyleri inkâr etmekteyiz.” Sebe’, 34/34 diye önceki peygamberlere karşı söylenen inkâr, yalanlama ve ilhaddan başka bir şey değildir. Dolayısıyla üzülme de onlar gibi sabret. Şüphe yok ki Rabbin muhakkak mağfiret sahibi, hem de acı verecek bir ceza sahibidir. Peygamberlerine ve tevbekar olanlara bağışlaması büyük olmakla birlikte, düşmanlarına ve günahkarlara vereceği ceza çok elem vericidir. Günü gelir o yola gelmek istemeyen kâfirlerin, inkârcıların belalarını verir. Yukarıda, “Öz Arapça bir Kur’ân olmak üzere âyetleri ayırt edilmiş bir kitaptır, bilecek bir kavim için.” Fussilet, 41/3, burada da, “Bütün kainatın övdüğü bir hikmet sahibinden indirilmedir.” Fussilet, 41/42 buyurulmasına karşı o yapılan ilhaddan olmak üzere demişler ki “O öyle indirilmiş bir kitap ise neden Arapça olmuş, başka bir dil ile indirilse de mucizeliği daha açık olsa ya”.44-Ona cevaben isti’naf vav’ı ile buyuruluyor ki ve eğer biz onu A’cemî bir Kur’ân yapsaydık. Yani fasih Arapça’nın dışında başka bir dil ile indirseydik muhakkak diyeceklerdi ki âyetleri tafsil edilse, anlaşılacak bir dil ile ayırt edilip anlatılsa. Veya diğer bir mânâ ile her dilden ayrı ayrı olarak bazısı Arapça bazısı A’cemî yabancı dilde olsa ne vardı? Arab’a Acemce mi? Arap bir peygambere Acemce yabancı dilde bir Kur’ân olur mu? Yahut bir Arab’a yabancı dilde söylenir mi? derlerdi ve o zaman “Kalplerimiz, senin bizi çağırdığın şeyden örtüler içinde.” Fussilet, 41/5 demelerinin bir mânâsı olurdu. İbrahim Sûresi’nde “Biz hiçbir peygamberi kavminin dilinden başkası ile göndermedik ki onlara apaçık anlatsın.” İbrahim, 14/4 âyetine bkz.A’cemî, Acem cinsine mensup olan. Acem Arab’ın dışında, Türk, Fars, Hindli, Avrupalı vs. Hangi cinsten olursa olsun fasih olmayan, iyi söyleyemeyen, gerek tutukluktan ve gerek dilinin yabancılığından dolayı, dediği anlaşılmayana A’cemî denir ki biz bunu her hususa genelleme yaparak acemi deriz, A’cem de aynı mânâdadır. Onun için A’cemînin sı nisbet mi, mübalağa abartma mı diye münakaşa edilmiştir. Bununla birlikte Kamus’un işaret ettiği üzere A’cem, bir de Arap’dan olmayana denilir, tekil ve çoğulu birdir. “Yabancı bir adam, yabancı bir topluluk” denilir. Arap değil demek olur. Şu halde A’cemî, nisbet olarak Arapların dışında Acemî mânâsına da gelebilecektir. Nitekim âyette de A’cemî, Arapların dışında diye tefsir ki O Arapça Kur’ân iman edenler için -ki gerek Arap olsun, gerek Arap’tan başkaları- hidayetin kendisi, doğru yolu gösteren rehber ve sırf şifadır. Kalplerinizdeki hastalıklara Cehalet, ahlaksızlık, şüphecilik gibi dertlere devadır. İman eden ondan yararlanmanın yolunu da bulur, hiç olmazsa “Eğer bilmiyorsanız zikir ehline bilenlere sorun.” Enbiya, 21/7 emri gereğince bilen ehlinden sorar. İman etmeyenlere gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Arap olsalar da iyi işitmezler. Hem de o, onlara karşı bir körlüktür. Onun güzelliğini, hikmetlerini, inceliklerini göremezler, aksine üzüntü duyarlar. Onlara uzak bir mekandan bağırılır. Bu ifadede birkaç mânâ vardır. Birincisi, hitaba kabiliyetleri olmadığını “O inkâr edenlerin hali bağırıp çağırıştan başka birşey duymayıp haykıranın haline benziyor.” Bakara, 2/171 ifadesi üzere bir temsildir. İkincisi “Gerek ufuklarda, gerek kendi nefislerinde âyetlerimizi yakında onlara göstereceğiz.” Fussilet, 41/ 53 buyurulacağı üzere, İslâm’ın sesinin ve gücünün ufuklara dağılıp uzaklara kadar yayıldıktan sonra, onun değerini takdir etmeyen Araplara uzaktan sesleneceğine işarettir. Üçüncüsü, Mümin Sûresi’nde geçtiği üzere, “İnkâr edenlere nida edilir Allah’ın buğzu sizin kendinize olan buğzunuzdan elbet daha büyüktür. Çünkü siz imana davet ediliyorsunuz da küfrediyorsunuz.” Mümin, 40/10 âyeti uyarınca kendilerine nida olunacağına da işaret Şerifi45- Andolsun ki biz Musa’ya Tevrat’ı vermiştik de onda ihtilafa düşmüşlerdi. Eğer Rabbin tarafından azabın ertelenmesine dair bir söz geçmeseydi mutlaka aralarında hüküm verilirdi. Gerçekten onlar Kur’ân hakkında bir şüphe ve tereddüt Her kim iyi bir iş yaparsa, kendi lehine yapmış olur. Kim de bir kötülük yaparsa, kendi aleyhine yapmış olur. Rabbin kullara zulmedecek Andolsun ki Musa’ya o kitabı verdik de onda ihtilaf edildi; kimi inandı, kimi inanmadı, sonra inananlar da türlü çekişmelere düştüler. Bu âyetin, üst tarafı ile iki yönden ilgisi vardır. Birincisi, “Sana, senden önceki peygamberlere de söylenmiş olandan başka bir şey söylenmiyor.” Fussilet, 41/43 ifadesini bir örneği ile gerçekleştirmektir. Yani inkâr ve muhalefet ilk defa sana ve Kur’ân’a karşı oluyor değil, Musa’ya ve Tevrat’a karşı da olmuştu. İkincisi, Kur’ân’ın Arapça, Acemce yabancı dilde, her dilden ayrı ayrı aralıklarla inmiş olması tasavvurundaki sakıncasını açıklamaktır. Yani Tevrat bir dilde inmiş iken, onun aslında türlü ihtilaf çıkarıldı. O halde onları tevhide davet için inen bu Kur’ân’ın çeşitli dillerde indirilmesi daha çok ihtilafa sebep olmak gibi bir çelişki olmaz mıydı? Ve eğer Rabbinden ezelde bir kelime hüküm geçmiş olmasa idi -ki azabın bir ecel-i müsemma belirli bir süre ile vakit ve saatine geri bırakılması, yani kıyamet vaadi takdir edilmiş bulunmasa idi- o ihtilaf edenler arasında, yani iman edenlerle etmeyenler arasında iş bitiriliverirdi. Fakat o kelimenin hükmüyle, saatine geri bırakılmıştır. Bununla birlikte onlar, o iman etmeyenler herhalde ondan yani o Kur’ân’dan kuşkulu bir şüphe içindedirler. İman etmemekle birlikte hallerinden emin de değildirler. Şüpheler içinde ızdırap “Her kim iyi bir iş yaparsa kendi lehine yapmış olur. Kim de bir kötülük yaparsa kendi aleyhine yapmış olur.” Fakat o saat ne zaman denecek olursa;Meâl-i Şerifi47- Kıyamet zamanını bilmek ancak Allah’a havale edilir. Onun bilgisi dışında hiçbir meyve kabuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Allah onlara “Bana koştuğunuz ortaklarım nerede?” diye seslendiği gün, onlar “Senin ortağın olduğuna dair bizden hiçbir şahit olmadığını sana arz ederiz.” Önceden tapmakta oldukları şeyler, kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuştur. Onlar da kendileri için kaçacak bir yer olmadığını İnsan hayır istemekten usanmaz, fakat kendisine bir kötülük dokununca üzülür ve ümitsizliğe Andolsun ki kendisine dokunan bir zarardan sonra, biz ona tarafımızdan bir rahmet tattırsak, O “Bu benim hakkımdır, kıyametin kopacağını da sanmıyorum, Rabbime döndürülmüş olsam bile mutlaka O’nun yanında benim için daha güzel şeyler vardır” der. Biz o inkâr edenlere yaptıkları şeyleri mutlaka haber vereceğiz ve onlara ağır bir azap Biz insana bir nimet verdiğimiz zaman o yüz çevirir, yan çizer. Ona bir kötülük dokunduğu zaman da uzun uzun Ey Muhammed! De ki “Ne dersiniz? O Kur’ân Allah tarafından gelmiş olup da sonra siz onu inkâr etmişseniz, o takdirde Hak’tan uzak bir ayrılığa düşenden daha sapık kim olabilir?”53- Biz onlara hem ufuklarda ve hem kendi nefislerinde delillerimizi göstereceğiz ki, Kur’ân’ın hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Senin Rabbinin her şeye şahit olması kafi değil mi?54- İyi bilin ki onlar Rablerine kavuşmaktan bir şüphe içindedirler, yine iyi bilin ki, Allah her şeyi ilmiyle bilgisi olmadan meyvelerden hiç biri tomurcuklarından çıkmaz.” Saatin arkasından böyle meyvelerle hamile kalmaktan ve doğurmaktan bahsedilmesi, ahiret hallerine de bir işareti kapsaması itibarıyla mânâlıdır. Çünkü dünya ahiretin tarlası olduğu için kıyamet, meyvelerin toplanıp koparılacağı bir hasat zamanını andıracaktır. Aynı zamanda “Ey insanlar, Rabbinizden sakının. Çünkü o saatin zelzelesi büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün emzikli her kadın emzirdiğini unutup geçer, yüklü her kadın yükünü düşürür.” Hacc, 22/1-2 âyetinin mânâsına da bir işaret İlerde biz onlara, o inkâr edenlere âyetlerimizi, Kur’ân’ın hakikatine delalet edecek delillerimizi göstereceğiz, hem ufuklarda, kendilerinin bulunduğu Harem hududu dışında hem de kendi nefislerinde. Mekke ve Harem içinde, İslâm’ın ileride cihanın her yanına yayılacağını böyle kesin bir dil ile haber veren bu âyet, Kur’ân’ın hak, Allah kelamı olduğunu açık açık isbat etmiş gayb mucizelerindendir. Bunun Mekke’de iken nazil olduğu bir düşünülür, bir de ondan sonra peygambere ve halifelerine Allah Teâlâ’nın nasip ettiği şerefli fetihleri ve İslâm’ın şark ve garba yayılmasındaki olağanüstülük düşünülürse, bunun ne yüksek bir âyet ve mucize olduğu ortaya çıkar. İlmî açıdan bir gerçeğin ispatı için delil ya objektif âfâkî olur, ya sübjektif enfüsî; ya gözlerden dış gözlemden, ya gönülden iç gözlemden gelir; varlık bu iki pencereden görülür. Yüce Allah bu âyette bu taksimi gösterdikten sonra, Kur’ân’ın gerçek yüzünü, peygamberin peygamberliğinin doğruluğunu, İslâm’ın yüceliğini ispat için, bu iki çeşit âyetlerin ikisini de göstereceğini vaad buyuruyor. Öyle ki Onun hak olduğu o kâfirlerce ortaya çıkıncaya kadar, “Bedr”den Mekke’nin fethine kadar, Mekke müşrikleri bunu hem kendi nefislerinde, hem dış dünyada gördüler. Ondan sonra diğerleri görmeye başladılar. Bunlar görüldükten, bu gerçek ortaya çıktıktan sonra sanki hiç görülmemiş gibi hâlâ inkârda devam eden sonraki kâfirler de ilerde göreceklerdir. Buna şahit istersen Rabbinin her şey üzerine şahit olması yeterli değil midir? O halde kâfirler şüphe ederse de, sen İyi bil ki onlar, o inkâr edenler Rablerine kavuşmakta şüphe içindedirler. Kıyamet günü Hakk’ın huzuruna varacaklarına imanları yok, onunla birlikte şüpheden de muzdariptirler. Fakat iyi bil ki O, her şeyi ihata etmiştir ilmiyle, kudretiyle herşeyi kuşatmıştır. Onlar, O’nun cezasından kurtulacak değillerdir. Allah’a kavuşmak haktır, muhakkaktır. İşte Secde Sûresi’nin sonu budur. Bunu da Şûra Sûresi izleyecektir.“O’nun bilgisi olmadan meyvelerden hiç biri tomurcuklarından çıkmaz.” Saatin arkasından böyle meyvelerle hamile kalmaktan ve doğurmaktan bahsedilmesi, ahiret hallerine de bir işareti kapsaması itibarıyla mânâlıdır. Çünkü dünya ahiretin tarlası olduğu için kıyamet, meyvelerin toplanıp koparılacağı bir hasat zamanını andıracaktır. Aynı zamanda “Ey insanlar, Rabbinizden sakının. Çünkü o saatin zelzelesi büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün emzikli her kadın emzirdiğini unutup geçer, yüklü her kadın yükünü düşürür.” Hacc, 22/1-2 âyetinin mânâsına da bir işaret vardır. İlerde biz onlara, o inkâr edenlere âyetlerimizi, Kur’ân’ın hakikatine delalet edecek delillerimizi göstereceğiz, hem ufuklarda, kendilerinin bulunduğu Harem hududu dışında hem de kendi nefislerinde. Mekke ve Harem içinde, İslâm’ın ileride cihanın her yanına yayılacağını böyle kesin bir dil ile haber veren bu âyet, Kur’ân’ın hak, Allah kelamı olduğunu açık açık isbat etmiş gayb mucizelerindendir. Bunun Mekke’de iken nazil olduğu bir düşünülür, bir de ondan sonra peygambere ve halifelerine Allah Teâlâ’nın nasip ettiği şerefli fetihleri ve İslâm’ın şark ve garba yayılmasındaki olağanüstülük düşünülürse, bunun ne yüksek bir âyet ve mucize olduğu ortaya çıkar. İlmî açıdan bir gerçeğin ispatı için delil ya objektif âfâkî olur, ya sübjektif enfüsî; ya gözlerden dış gözlemden, ya gönülden iç gözlemden gelir; varlık bu iki pencereden görülür. Yüce Allah bu âyette bu taksimi gösterdikten sonra, Kur’ân’ın gerçek yüzünü, peygamberin peygamberliğinin doğruluğunu, İslâm’ın yüceliğini ispat için, bu iki çeşit âyetlerin ikisini de göstereceğini vaad buyuruyor. Öyle ki Onun hak olduğu o kâfirlerce ortaya çıkıncaya kadar, “Bedr”den Mekke’nin fethine kadar, Mekke müşrikleri bunu hem kendi nefislerinde, hem dış dünyada gördüler. Ondan sonra diğerleri görmeye başladılar. Bunlar görüldükten, bu gerçek ortaya çıktıktan sonra sanki hiç görülmemiş gibi hâlâ inkârda devam eden sonraki kâfirler de ilerde göreceklerdir. Buna şahit istersen Rabbinin her şey üzerine şahit olması yeterli değil midir? O halde kâfirler şüphe ederse de, sen etme. İyi bil ki onlar, o inkâr edenler Rablerine kavuşmakta şüphe içindedirler. Kıyamet günü Hakk’ın huzuruna varacaklarına imanları yok, onunla birlikte şüpheden de muzdariptirler. Fakat iyi bil ki O, her şeyi ihata etmiştir ilmiyle, kudretiyle herşeyi kuşatmıştır. Onlar, O’nun cezasından kurtulacak değillerdir. Allah’a kavuşmak haktır, muhakkaktır. İşte Secde Sûresi’nin sonu budur. Bunu da Şûra Sûresi izleyecektir. Fussilet Sûresi Türkçe Anlamı ve Meali Nedir? Fussilet sûresini, Kur'an-ı Kerim'den veya farklı bir kitaptan okumak için mutlaka abdest alınmalıdır. Mümin kadınlar regl olduğu zaman, ibadete ara vermek zorundadır. Böyle zamanlarda, namaz kılamaz, oruç tutamaz ve Kur'an okuyamazlar. Fakat takva sahibi kadınlar Kur'an-ı Kerim'de yer alan sûreleri, hatta Kur'an'ın tamamını ezbere bilebilirler. Fussilet sûresini ve mealini abdestsiz olarak ezberden okuyabilirler. Bunun dini açıdan bir mahsuru yoktur. Fussilet, namaz sûresi değildir. Dolayısıyla, namazda okunması farz değildir. Fussilet sûresi Türkçe meali şu şekildedir Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla Mîm. Kur'an, Rahmân ve Rahîm olan Allah'tan indirilmedir. bilen bir toplum için Arapça bir Kur'an olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır. ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Fakat onların çoğu yüz çevirmiştir. Artık onlar işitmezler. ki "Ey Muhammed! Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz örtüler içerisindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık, seninle bizim aramızda da bir perde vardır. O halde sen istediğini yap, şüphesiz biz de istediğimizi yapacağız." ki "Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O'na yönelin ve O'ndan bağışlanma dileyin. Allah'a ortak koşanların vay haline!" zekatı vermeyen kimselerdir. Onlar ahireti de inkar ederler. iman edip salih ameller işleyenler için ise kesintisiz bir mükâfât vardır. ki "Siz mi yeri iki günde iki evrede yaratanı inkâr ediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir." dört gün içinde dört evrede, yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti. duman halinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, "İsteyerek veya istemeyerek gelin" dedi. İkisi de, "İsteyerek geldik" dediler. onları, iki günde iki evrede yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir. yüz çevirirlerse onlara de ki, "Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini çarpan yıldırım gibi bir yıldırıma karşı uyardım." onlara peygamberler önlerinden ve arkalarından3 gelmiş, "Allah'tan başkasına ibadet etmeyin" demişler, onlar da, "Eğer Rabbimiz dileseydi Peygamber olarak melekler indirirdi. Bu sebeple biz sizinle gönderilenleri inkar ediyoruz" demişlerdi. kavmi ise yeryüzünde haksız olarak büyüklük taslamış, "Bizden daha güçlü kim var?" demişlerdi. Onlar, kendilerini yaratan Allah'ın onlardan daha güçlü olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı. de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o mutsuz kara günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik. Ahiret azâbı elbette daha rezil edicidir. Onlara yardım da edilmez. kavmine gelince biz onlara doğru yolu göstermiştik. Ama onlar körlüğü hidayete tercih etmişler ve yaptıklarına karşılık, alçaltıcı azap yıldırımı onları çarpmıştı. ve Allah'a karşı gelmekten sakınanları kurtardık. düşmanlarının, toplanıp yığın yığın cehenneme sevk edilecekleri günü hatırla! cehenneme vardıklarında, kulakları, gözleri ve derileri, yapmış oldukları işler hakkında, kendileri aleyhine şahitlik ederler. derilerine, "Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?" derler. Derileri, "Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca ona döndürülüyorsunuz?" 22."Siz günahları işlerken kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Lakin, yaptıklarınızın çoğunu Allah'ın bilmediğini sanıyordunuz." 23."İşte bu sizin, Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınızdır. O sizi mahvetti de ziyâna uğrayanlardan oldunuz." eğer dayanabilirlerse artık cehennem onların yeridir! Eğer Allah'ın rızasını kazandıracak amelleri işlemeye izin isteseler onlara izin verilmez. onların başına birtakım arkadaşlar sardık da bu arkadaşlar onlara geçmişlerini ve geleceklerini süslü gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip geçmiş olan cin ve insan toplulukları ile ilgili o söz azap, onlar için de gerçekleşti. Çünkü onlar ziyana uğrayanlardı. edenler dediler ki "Bu Kur'an'ı dinlemeyin. Baskın çıkmak için o okunurken yaygara koparın." edenlere mutlaka şiddetli bir azabı tattıracağız ve onları yaptıklarının en kötüsü ile cezalandıracağız. böyle, Allah düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi inkar etmelerinin cezası olarak orada onlar için ebedilik yurdu vardır. 29.Ateşe giren inkârcılar şöyle derler "Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar." "Rabbimiz Allah'tır" deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki "Korkmayın, üzülmeyin, size dünyada iken vadedilmekte olan cennetle sevinin!" 31, 32."Biz dünya hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız. Çok bağışlayan ve çok merhametli olan Allah'dan bir ağırlama olarak, orada canlarınızın çektiği her şey var, istediğiniz her şey orada sizin için var." çağıran, salih amel işleyen ve "Kuşkusuz ben müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir? kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak hayırdan ve olgunluktan büyük payı olanlar kavuşturulur. şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. gündüz, güneş ve ay Allah'ın varlığının delillerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin. Eğer gerçekten Allah'a kulluk ediyorsanız, onları yaratan Allah'a secde edin. onlar büyüklük taslarlarsa, bilsinler ki Rabbinin yanında bulunanlar melekler, gece gündüz hiç usanmadan onu tespih ederler. varlığının delillerinden biri de şudur Sen yeryüzünü boynu bükük kupkuru görürsün. Onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman kıpırdar kabarır. Şüphesiz ki, onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. Şüphesiz o, her şeye gücü hakkıyla yetendir. konusunda yalanlama amacıyla doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz. O halde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir? Dilediğinizi yapın. Şüphesiz o, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir. kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. Şüphesiz o çok değerli ve sağlam bir kitaptır. ne önünden ne de ardından batıl gelemez. O hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye layık olan Allah tarafından indirilmiştir. ancak, senden önceki peygamberlere söylenenler söylenmektedir. Hiç şüphesiz senin Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem dolu bir azap sahibidir. biz onu başka dilde bir Kur'an yapsaydık onlar mutlaka, "Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?" derlerdi. De ki "O, inananlar için bir hidayet ve şifâdır. İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalı ve anlaşılmaz gelir. Sanki onlara uzak bir yerden sesleniliyor da anlamıyorlar." Biz Mûsâ'ya Kitab'ı Tevrat'ı vermiştik de, onda ayrılığa düşmüşlerdi. Eğer azabın ertelenmesi ile ilgili olarak ezelde Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hüküm verilirdi. Şüphesiz onlar Kur'an hakkında derin bir şüphe içindedirler. iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullara zerre kadar zulmedici değildir. ne zaman kopacağına ilişkin bilgi O'na havale edilir. Meyveler tomurcuklarından ancak O'nun bilgisi altında çıkar, dişi ancak O'nun bilgisi altında hamile kalır ve doğurur. Allah onlara, "Nerede bana ortak koştuklarınız?" diye seslendiği gün şöyle derler "Sana arz ederiz ki, içimizden onları gören hiçbir kimse yok." önce yalvardıkları tanrılar onları yüzüstü bırakıp uzaklaşmıştır. Kendileri için kaçacak bir yer olmadığını anlamışlardır. hayır mal, mülk, genişlik istemekten usanmaz. Fakat başına bir kötülük gelince umutsuzluğa düşer, yıkılır. Başına gelen bir zarardan sonra kendisine tarafımızdan bir rahmet tattırsak mutlaka "Bu benim hakkımdır, Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Andolsun, Rabbime döndürülürsem, şüphesiz O'nun yanında benim için daha güzel şeyler vardır" der. Andolsun, biz inkâr edenlere yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz ve andolsun, onlara mutlaka ağır azâptan tattıracağız. nimet verdiğimizde yüz çevirir ve yan çizer. Başına bir kötülük gelince de yalvarmaya koyulur. ki "Ne dersiniz? Eğer o Kur'an Allah katından olup da siz de onu inkâr etmişseniz, o zaman derin bir ayrılık içinde bulunan kimseden daha sapık kim olabilir?" delillerini, kainattaki uçsuz bucaksız ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur'an'ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi? bilin ki, onlar Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. İyi bilin ki, O, her şeyi kuşatandır. FUSSILET SÜRESİ Giriş Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Allah, Yer Küresini İki Günde Mi Yarattı? Allah'ın Göklere-Yerlere Emri Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Rabbimizin Cezası Kit Ab Burada Neye Benzetilmiştir? Acem Dilinden Maksat Nedir? Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Allah'ın Afaki Ve Enfusi Ayetleri FUSSILET SÜRESİ Giriş Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. 54 ayettir. Bu sureye aynı zamanda Secde», Hamim secde» ve Mesa-bih» adları da verilmektedir. Bu sure ittifakla Mekkî'dir. Ayetlerin sayısı Basra ve Şamlılar'a göre 52, Mekke ve Medineliler'e göre 53, Kûfeliler'in sayımına göre ise 54'tür. Kelimeleri 796, harfleri 3350' dir. Mü'min Suresi'nden sonra nazil olmuştur. îbn Ebi Şeybe, Abd bin Humeyd ve Ebu Yala, Cabir bin Ab­dullah'tan şöyle rivayet ediyorlar Kureyşliler bir gün biraraya geldiler. İçimizde sihir ve kâ­hinliği, şiiri en güzel bileni seçelim. Şu, toplumumuzu dağıtan, durumumuzu bozan, dinimizi ayıplayan kişiyle konuşsun, baka­lım durum ne olacak?» dediler. Aralarında Utbe bin Rebia üzerin­de karar verdiler. Utbe'ye; Ey Ebe'l-Velid! Bu kişiye git» dediler. O da giderek; Ey Muhammedi Sen mi hayırlısın yoksa baban Ab­dullah mı? Sen mi hayırlısın yoksa deden Abdulmuttalib mi?» di­ye sordu. Hz. Peygamber susuyordu, ütbe; Eğer sen, Babamla dedem benden daha hayırlı idi» dersen onlar bizim senin tarafın­dan ayıplanan putlarımıza taptılar. Eğer sen onlardan daha hayır­lı olduğunu iddia ediyorsan haydi konuş da dinleyelim. Dikkat et! Allah'a yemin ederiz, hiçbir kuzu görmedik ki kavmin hakkında senden daha meymenetsiz daha bereketsiz olsun. Sen bizim cema­atimizi dağıttın, durumlarımızı perişan ettin. Dinimizi ayıpladın. Araplar arasında bizi rezil ettin. Hatta Araplar arasında Kureyş'in bir sihirbazı olduğu yayıldı. Kureyş'te bir kâhin olduğu haberi sa­ğa sola ulaştı. Allah'a yemin ederiz, biz ancak gebe bir kadının Ya kavra» diye bağırmasını bekliyoruz ki bir kısmımız neredeyse diğe­rine kılıçla hücum edecek. Ey kişi! Eğer istediğin malsa, sana mal toplayalım, Kureyş'in en zengin insanı olasın. Eğer istediğin şeh­vet ise Kureyş kadınlarından hangisini istersen seninle evlendire­lim, sana on kadın verelim» dedi. Rasûl-ü Ekrem bunları dinledik­ten sonra; Sözün bitti mi?» diye sordu. O da Evet, bitti» dedi. Hz. Peygamber, besmele çekerek Hamim Suresi'ni 12. ayete kadar okudu. Utbe; Yanında bundan fazlası var mı?» diye sordu. Hz. Peygamber, Hayır» dedi. Böylece Utbe Kureyş'in yanına geldi. Ne haber getirdiğini soranlara; Sizin Muhammed'le şunu da şunu da konuş dediklerinizden hiçbir şey bırakmadım, hepsini konuştum» deyince Kureyşlüer Sana cevap verdi mi?» diye sordular, Utbe; Kabe'yi inşa eden Allah'a yemin ederim, onun dediklerinden hiç­bir şey anlamadım. Ancak o sizi Ad ve Semud'a isabet eden şim­şek ve ses gibi azapla korkutuyor» dedi. Kureyş ise; O seninle Arapça konuştu. Sen onun dediğini nasıl anlamadın?» dediler. Ut­be; Allah'a yemin ederim, onun dediğinden Sahife» kelimesin­den başkasını anlamadım» dedi. Ebu Nuaym ve Beyhaki, İbn Ömer'den şöyle rivayet ediyor­lar Rasûl-ü Ekrem, Hamim Suresi'ni Utbe'ye okuduğunda, o ar­kadaşlarına geldi ve; Ey kavmim! Bana bugün itaat edin, bugün-den sonra isyan edin. Allah'a yemin ederim, ben bu kişiden öyle bir kelâm dinledim ki kulaklarım bu kelâmın benzerini hiç kimse­den dinlememiştir. Ona ne gibi bir cevap vereceğimi de şaşırdım» dedi. [1] Meal Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla 1- Hâ, Mîm. 2- Bu Kuran rahman esirgeyen ve rahim bağışla­yan Allah tarafından indirilmiştir. ¾- Bu kitap, Arapça Kur'an olarak mânâsını anlayan bir kavm için açıklanmıştır. Müminlere müjde verir kâfirle­ri Allah'ın azabıyla korkutur. Müşriklerin çoğu ondan yüz çe­virmiştir. Ona kulak vermezler. 5- Onlar Bizi davet ettiğin tevhide karşı kalplerimiz örtülüdür. Kulaklarımızda da ağırlık ve seninle bizim aramızda bir perde vardır. Artık kendi işine bak, biz de kendi işimize ba­kalım» dediler. 6- Ey Rasulüm! Onlara de ki Ben de sizin gibi bir in­sanım. Yalnız bana mabudunuzun bir mabud olduğu vahyolunu­yor. Artık Ona yönelin. O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşan­ların vay haline!.. 7- Onlar müşrikler zekâtı vermezler, Ahiret'i inkâr eden­ler de yalnız onlardır. 8- Kuşkusuz ki iman edip, salih ameller işleyenler için bit­mez tükenmez bir mükâfat vardır. 9- Ey Rasûlüm! De ki Siz mi yeryüzünü iki günde ya­ratanı tanımıyor ve O'na eşler koşuyorsunuz? İşte Âlemlerin Rab-bi O'dur.» 10- Yeryüzüne üstünden ağır baskılar dağlar kıldı. Onda bereketler yarattı ve onda arayıp soranlar için gıdalarını tam dört günde takdir buyurdu. 11- Sonra buhar halinde olan göğe yöneldi, ona ve arza îs-teyerek veya istemeyerek bana gelin» dedi. Onların ikisi de İs­teyerek geldik» dediler. [2] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 1-11 Hâ, Mim. Bu Kur'an...»Bu Ayetlerin Tefsiri Eğer Hamim» surenin veya Kur'an'ın ismi ise, ya mukadder bir mübtedaya haber veya kendisi müpteda, Temilün» kelimesi de onun haberi olur. Cenab-ı Hak, Rahman ve Rahim sıfatlarını zikrediyor. Çünkü bu âlemde insanlar tedaviye muhtaç hastalar gibidir. Kur'an has­taların muhtaç olduğu her ilacı kapsamaktadır. Sıhhatlilerin de muhtaç olduğu her gıdayı kapsamaktadır. Böylece Kur'an onlara rahmet ve lütuf olmuştur. Nitekim başka bir ayette Cenab-ı Hak Seni âlemlere rahmet olarak gönderdik» buyuruyor. Ayetleri tafsil edilen Kitap»tan maksat, ayetlerin açıklanmış, fasılalar ve noktalar, surelerin baş ve sonuçlan itibarıyla lâfzan birbirlerinden ayrılmış olmalarıdır. Mânâ bakımından ise bir kıs­mı vaad, bir kısmı vaid, bir kısmı mevize, bir kısmı nasihat, bir kısmı ahlâk bir kısmı nefsin riyazatı, bir kısmı geçmişlerin kıssa­ları, bir kısmı da tarihleridir. Kur'an'ı Arapça ile indirdik ki Araplar onu kolayca anlasın­lar! Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette Her peygamberi kav­minin diliyle gönderdik ki onlara açıklasın» buyurmuştur. Mânâlarım bilen bir kavrat için» buyuruluyor. Çünkü onların diliyle gelmiştir. Onlar dil ehlidirler, vasıtasız onu anlarlar. Baş­kaları da onların vasıtasıyla anlarlar. Müjdeleyicidir», yani Allah'ın dostlarına oradaki cenneti ve oradaki ebedi nimetleri müjdeler. Tabii ki ameli şaline devam eder­ler ve Kur'an'daki emir ve yasaklara dikkat ederlerse. Allah'ın düşmanlarını da uyanr»; eğer yalanlamaya, Kur'an hakkındaki bâtıl cedellerine, emirlerini terke ve yasaklarını işle­meye devam ederlerse onları elem verici azapla korkutur. Çoğu yüz çevirdiler», yani müşriklerin çoğu Kur'an'dan yüz çevirdiler, ona kulak vermediler, onu kabul etmediler, içindeki emir ve yasaklara itaat etmediler. Sonra ondan nefret ettiklerini açıkça belirttiler. Bu nefretin sebebi olarak da üç noktaya işaret etmiş­lerdir 1- Bizim kalplerimiz kaim perdeler Allah'a iman etmek, atalarımızın tapmakta olduğu putlara ibadeti bırakmak hususunda kalplerimiz örtülüdür. Senin bu sözlerini anlamazlar. 2- Kulaklarımızda da ağırlık vardır. Bunu dinlemeye mâni­dirler. 3- Bizimle senin aranda perde vardır. Sana icabet etmekten bu perde bizi meneder. Rivayete göre Ebu Cehil başına bir elbise sararak; Ey Mu­hammedi Seninle bizim aramızda perde vardır» demek suretiyle Rasûl-ü Ekrem'le istihza etmiştir. Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil olmuştur. Bildiğini yap. Biz de bildiğimizi yapacağız» cümlesi ile Kureyşliler Rasûl-ü Ekrem'e Bizim durumumuzu iptal etmek husu­sunda var kuvvetinle çalış. Biz de var kuvvetimizle halkı senin et-rafından dağıtmaya, birliklerini perişan etmeye çalışacağız. Ta ki senin davanı iptal edinceye kadar» demek istemişlerdi. Bu sözü Ebu Cehil ile bir Kureyş grubu söylemiştir. Sizin gibi bir beşerim»; yani melek değilim, cin de değilim ki beni anlamayasınız. Bu onların Bizimle senin aranda perde vardır» şeklindeki sözlerine bir cevaptır. Bana vahyediliyor»; yani sizi akılların kabul etmediği bir nok­taya değil, Allah'ın birliğine davet ediyorum ki aklî ve sem'i delil­ler O'nun bir olduğuna delâlet etmektedirler. 7. ayetin metnindeki Zekât» kelimesi ya şer'i mânâsına ham­ledilir Hasan Basri, Dahhak, Katade ve Mukatil'den rivayet edil­miştir veya lugavi r^ânâya hamledilir. Yani onlar nefislerini tez­kiye edecek şeyi yapmazlar. Bu da iman ve taattir. Mücahid ve Rebi Onlar amellerini temiz yapmazlar demektir» demişlerdir. İbn Cerir ve bir cemaat bunu İbn Abbas'tan rivayet etmişlerdir. Yani bunlar Lâ ilahe illallah» demiyorlar Hakim Tir-mizi de bunu İkrime'den rivayet ediyor. O vakit ayetin mânâsı, Onlar nefislerini şirkten temizlemiyorlar» demek olur. 8. ayet Süddi'den gelen rivayete göre hasta ve ihtiyarlar hak­kında nazil olmuştur. Onlar taatin kemalinden aciz kaldıklarında, onlara hastalık ve ihtiyarlık döneminde, tıpkı gençken yaptıkları­nın bir benzeri ecir olarak yazılmaktadır. Ecirleri eksilmez. Bu Ce-nab-ı Hak'kın lütuf ve keremindendir. [3] Allah, Yer Küresini İki Günde Mi Yarattı? De ki Siz mi arzı iki günde yaratanı tanımıyor ve ona eşler koşuyorsunuz...» Bu ayet küfürlerinden dolayı kâfirlerin yaptıklarını kötü göstermektedir. Ayetin zahirine bakılırsa Arz» kelimesinden mak­sat bizim bildiğimiz cisimdir. Bazıları Arz'dan maksat alt cihette buhurum kesif ve lâtif cisimlerdir. Toprak, su, hava gibi» demiş-lerdir./fci günde yaratılması»nâ&n maksat, Allah'ın önce müşte­rek bir aslını, sonra da o asim suretlerini yaratmasıdır. O suretler de çeşitli meyvelere bölündüler. Gün» kelimesinden maksat, mutlak vakittir. Bu vakit bizim bildiğimiz gün kadar da olabilir. Ondan fazla veya az da olabilir. Fakat az ise makama daha uygundur. Yani bu iki gün yerin mutlak şekilde yaradılışının zamanıdır, yoksa onu çeşitli evrelere ayırma­nın zamanı değildir. Ayet metnindeki Endad» kelimesi Nidd» kelimesinin çoğu­ludur, eş veya denk demektir. Yani onlar meleklerden, cinlerden ve başka varlıklardan Allah'a denkler koşmaktadırlar. Halbuki Al­lah'ın dengi olması mümkün değildir. Ayet metnindeki Revasiye» kelimesi sabit dağlar demektir. O dağları kılmak, onları bilfiil yaratmak anlamındadır. Fakat Ebussuud Efendi Kılmak değil de onun takdiri kastedilmektedir» diyor. O dağlar yerin üstündedirler. O dağlarda bereket kıldı» de­mek onlarda haynn çok olduğu anlamına gelir. Onlarda bitkilerin çeşitlerini, insanları da kapsayan çeşitli canlıları yarattı. Dört günde», yani yeri yaratması, dağlan yerde kılması iki günde; onların hayırlarının çoğaltılması, miktarlarının takdir edil­mesi de iki günde olmuştur. Böylece dört gün meydana gelmiş olur. Yani bahsi geçen yerin ve dağların yaratılması, orada mik­tarların takdir edilmesi dört günde olmuştur. Alusi Dört günde» ifadesinin bahsi geçen işlerin oluşumuna bağlı olduğunu, onların takdirine ise bağlı olmadığını söylemiş­tir. Şeyhülislâm Ebussuud Efendi Kelamda muzaf mukadder. dir» der. Yani onların dört günün tamamında oluşumlarım takdir buyurdu. Zeccac Bu ibare takdire bağlıdır» diyor. Yani bu takdirler dört günde oldu. Dört grün»den, dört mevsim de kastedilmiş olabilir. Çünkü yeryüzünün bereketleri ve kutları her sene bu mevsim içinde ye­tişir. Kemiyyet ve miktarlarıyla biçimlerini bu mevsimler içinde alırlar. Her yerde nzık isteyenlerin rızıklan bu dört mevsimde yeti­şir. Rızıklar müsavi olmasa da günler müsavidir. Dört mevsim hepsi için dörttür. Dağların kılınması ve ondan sonra zikredilenler veya putların takdir edilmesi dört gün üzerine hamledilemez. Çünkü o zaman yer ve yerdeküerin altı günde yaratılmış olması gerekir. Halbuki Cenab-ı Hak daha sonra göklerin iki günde yaratıldığını söylemek­tedir ki o zaman günlerin sayısı sekiz olur. Oysa Kur!an'da tekrar tekrar göklerin ve yerin altı günde yaratılmış olduğu vurgulanmak­tadır. Dört gün, Seva» kelimesiyle kayıtlıdır. Bu kelime eyyam günler kelimesinin sıfatıdır. Yani buradaki dört gün eksiklik ve fazlalık taşımayan gün­lerdir. Li's-Sailin» tabiri mukadder bir şeye bağlanır ve mukadder bir mübtedanın haberi olur. Yani bu dört gündeki hasr; Yeryü-ziinün yaradılışının müddeti ne kadardır» diye soran kimseler için olmuştur. Semra semaya yöneldi»; yani semaya kastetti. Semanın gay­risinde tesir etme iradesi olmaksızın ona yöneldi. Ragıb, Eğer is-tiva kelimesi Alâ» ile teaddi edilirse istila, İlâ» ile olursa bir şe­ye varmak mânâsını ifade eder ki bu da zatla veya tedbirle olur. îstilâ hakkında selefin kelâmı meşhurdur, tekrara gerek yoktur» diyor. [4] Allah'ın Göklere-Yerlere Emri Ona ve arza isteyerek veya istemeyerek gelin dedi», yani se­mavi âlemlere ve onların etrafında dönmekte olan yerküresine İsterseniz itaat ederek, isterseniz zorlanarak gelin» dedi. Onlar da Biz itaat ederek geldik» dediler. Bu ayette çektn kanunu sebebiyle daimi bir hareketin delili vardır. Bu hareket zorla değil, itaat ederek cereyan eden bir hare­kettir. Biz taşı zorla yukarı atıyoruz, o ise mutlaka yere inmek istiyor. Çünkü çekim kanunu vardır. Kendisinden daha büyük bir zemine inmek istiyor. Yer de aslı olan güneşe daimi ve deverana bir hareketle, zorla değil de isteyerek hareket etmektedir. Zira yukarıya doğru zorla atılan taş derhal aşağı düşer. İsteyerek olan hareket ise daimidir, itaat eden var oldukça o vardır. [5] Meal 12- Böylece onları iki günde yedi gök yaptı ve her göğe o göğün emrini vahyetti. Allah buyurdu Biz en yakın göğü lambalarla ve koruma ile donattık. İşte bu o yegâne galib ve bi­len Allah'ın takdiridir. 13- Ey Rasûlüm! Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki İş­te sizi Ad ve Semud'un başına inen yıldırıma benzer bir azap ile uyardım.» 14- Onlara Yalnız Allah'a kulluk edin» diye önlerinden ve arkalarından peygamberler geldi. Onlar Eğer Rabbimiz dileseydi melekler indirirdi. Biz sîzin gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz» de­diler. 15- Ad kavmine gelince, onlar yeryüzünde haksız olarak gurura kapıldılar ve Bizden daha kuvvetli kim var?» dediler. On­ları yaratan Allah'ın kendilerinden daha kuvvetli olduğunu gör­mediler mi? Bizim ayetlerimizi de inkâr ediyorlardı. 16- Bundan ötürü biz dünyada onlara zillet azabını tattır­mak için o uğursuz günlerde üzerlerine çok gürültülü bir bora gönderdik. Kuşkusuz ki Ahiret azabı daha horlayıcı ve rezil edi­cidir. Onlara yardım da olunmaz. 17- Semud kavmine gelince, biz onlara hidayet ettik. Ne ya­zık ki onlar körlüğü hidayete tercih ettiler. Böylece kazandıkla­rından ötürü zillet azabının yıldırimı onları yakaladı. 18- Biz iman edenleri ve korunmakta olanları kurtardık. 19- Allah'ın düşmanları ateşe doğru sürüldükleri gün top­lanıp biraraya getirilirler. 20- Sonunda oraya vardıklarında kulakları, gözleri ve deri­leri yaptıkları hakkında onların aleyhinde şahitlik ettiler. [6] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 12-20 Böylece onları iki günde...» Bu Ayetlerin Tefsiri Onları iki günde yedi tabaka yaptı», yani onların yaradılışını iki nöbette tamamladı. Bunlar da daha önce geçen Dört nöbet» ten başkadır. Böylece göklerin ve yerin yaradılışı altı günde ger­çekleşmiş oluyor. Nitekim başka bir ayette Gökleri ve yeri altı günde yarattı» diyor. Tabii hikmet bunu böyle iktiza etmiştir. Ona ve arza isteyerek...» cümlesi isteyerek yapılan hareke­tin hem göklerde hem de yerde olduğuna dalâlet eder. Yani yer kendi etrafında ve güneşin etrafında döndüğü halde güneşin de kendi etrafında ve başka gezegenlerin etrafında dönmesi sözkonu-sudur. İşte bu dönüş daha büyüktür. İşte onlardan ikisinin zikre­dilmesinin nedeni de budur. Yani onlar ikisi birden Allah'a icabet ettiler. Yer güneş manzumesinin içindedir. Diğer parçalar gibi o da güneşin etrafında deveran etmektedir. Her göğe emrini vahyetti»; yani hepsine niçin yaratılmışsa, o özelliklerini verdi. Sema-i dünya lâmbalarla süslenmiştir», yani pinl pınl par­layan ve lâmbaya benzeyen yıldızlarla. Gerçi yıldızların yükseklik ve alçaklık bakımından aralarında çok tefavut vardır. Fakat hep­si de pırıl pınl parlamaktadır. Onları, seyirleri esnasında, birbirine çarpmaktan Cenab-ı Hak korumuştur.» Bir sistem şeklinde yürürler. Bu sistem Kıyamet'e kadar da böyle devam edecektir. Bu aziz yani her şeyi mağlûp etmiş, kahrının altına almış ve mahlûkatın hareket ve sekenelerinin tamamını, gizlisini, açığı­nı, zahirini ve batınını bilen Allah'ın takdiridir.» Mücahid Altı günün her biri sizin saydıklarınızdan bin sene gibidir» der. Eğer yüz çevirirlerse», yani Kureyşliler senin çağırdığın iman­dan yüz çevirirlerse onlara Sizi Ad ve Semud'un helakine benzer bir helakle korkuttum» de! Ad kavmi, Hz. Hud ve ona iman eden kullara karşı yeryüzün­de gurura kapıldılar. Kuvvet bakımından bizden daha üstünü var mı?» dediler. Yani cisimlerinden ötürü aldandılar. Biz azabı o kuvvetimiz sayesinde uzaklaştırabiliriz» dediler. Çünkü bunlar üzün boylu ve iriyan kimselerdi. Bahisleri EI-A'raf Suresi'nde geç­miştir, îbn Abbas Herbiri yüz zira boyundaydı. En kısaları ise 60 zira idi» demiştir, Onların üzerine serseri bir rüzgâr gönderdik» ayeti saikanın tefsiridir. Yani onlara çok soğuk, çok gürültülü ve çok kuvvetli esen bir rüzgâr gönderdik. Bazıları Kelimenin aslı sevveredir ve soğuk mânâsına gelir» demişlerdir. Mücahid Bu kelimenin mânâsı çok şiddetli zehir demektir» der. Ata, Mücahid'e katılmaktadır. Ebu Ubeyde Sarsarın mânâsı şiddetle esen demektir» der. Nahisat» uğursuz demektir. Yani onu uğursuz günlerde gön­derdik. Bu yorum Mücahid ve Katade'nindir. Bu günler Şevval ayının son günleridir. Çarşambadan çarşambaya kadar devam ederler ve yedi gece, sekiz gündürler. îbn Abbas Azaba giriftar olan kavimler hep çarşamba günü giriftar olmuşlardır» der. Nahisat mânâsı bazılarınca, Soğuk­turlar» şeklinde tefsir edilmiş, bazıları da Peşpeşe gelen» anla­mında olduğunu söylemiştir. îbn Abbas, Atiyye ve Dahhak Şiddetlidirler», bazıları da Toz­ludurlar» demişlerdir. Allah bunlardan yağmuru üç sene esirgedi. Yağmursuz olarak rüzgârlar üzerlerinde esti. Onlardan bir kavim Mekke'ye yağmur duası yapmak üzere çıktı. Halk belâya girdikle­rinde o gün o belâdan kurtulmak için Allah'a yalvarıyordu. Bu yal­varış Beyti Haram'ın yanında olmuştur. Müslümanlar da kâfirler de Mekke'ye geldiler. Dilleri değişikti. Hepsi de Kabe'yi tazim eden, onun Allah katındaki hürmetini bilen kimselerdi. , 17. ayetin metninde gelen EUHun» kelimesi zillet mânâsını ifade eder. Saika» kelimesi azaba izafe edilmiştir. Çünkü saika yok edici, helak edici nesnenin ismidir. Sanki burada azabın helak edicisi kas­tedilmiştir. 19. ayetin sonunda gelen Yûzcûn» fiili sevkedilirler, cehen­neme doğru ite kalka sürüklenirler demektir. Katade ve Süddi aîlk gidenleri durdurulur, sonra gelenler onlara yetişir. Bu hep­sinin biraraya gelmesi demektir» demişlerdir. [7] Meal 21- Allah'ın düşmanları derilerine Niçin aleyhimizde şa-hidlik ettiniz?» derler. Derileri Her şeyi konuşturan Allah bi­zi de konuşturdu, tik defa sizi O yaratmıştır. Yine O'na döndürü­lüyorsunuz» derler. 22- Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin aley­hinize şahidlik edebileceklerinden sakınmıyordunuz. Yaptıkları­nızdan çoğunu Allah'ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.» 23- îşte Rabbinizi böyle sanmanız sizi mahvetti. Ve hüs­rana uğrayanlardan oldunuz.» 24- Şimdi eğer dayanabilirlerse onlann yeri ateştir. Ve eğer Özür dileyip Rablerini memnun etmek isterlerse özürleri kabul edilmeyecektir. 25- Biz onlara birtakım arkadaşlar takdir ettik. O arkadaş­lar önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bunlara süslü gös­terdiler. Cinlerden ve insanlardan daha önce geçmiş ümmetler için de, bunlara karşı da o söz azap hak olmuştur. Çünkü on­lar hüsran içindelerdi. 26-27- Küfre sapanlar Bu Kur'an'ı dinlemeyin. Okunur­ken gürültü yapın. Belki galebe çalarsınız» dediler. Andolsun biz kâfirlere pek çetin bir azap tattıracağız. Muhakkak ki onlan, yap­makta olduklarının en kötüsüyle cezalandıracağız. 28- İşte böyle! Allah'ın düşmanlarının cezası ateştir. Bizim ayetlerimizi bilerek inkâr etmelerinin cezası olmak üzere onlara orada ebedi kalma yurdu vardır. 29- Kâfirler cehennemde Ey Rabbimiz! Cinlerden ve in­sanlardan bizi saptıranları bize göster ki onlan ayaklarımızın al­tına alalım da en aşağıda kalanlardan olsunlar» diyeceklerdir. [8] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 21-29 Allah'ın düşmanları derilerine... Bu Ayetlerin Tefsiri İlk defa sizi o yaratmıştır»; yani size, siz henüz meni iken hayatı sizde yaratan O'dur. Buna gücü olan bir mabudun derileri konuşturmaya da gücü vardır. Biz onlara birtakım arkadaşlar sardırdık», yani onlar için şeytanları hazırladık veya onlara şeytanları musallat kıldık. Şey­tanlar, onların katında günahları süslü gösteriyorlar. Bu arkadaş­lar cin ve şeytanlardan olduğu gibi insanlardan da olabilir. Yani Cenab-ı Hak onları getirdi ve bunlar için kolaylaştırdı. Onlar ÖnlerindeJdni süslü gösterdiler»; yani dünyayı süslü gösterdiler ve onlar da dünyayı Ahiret'e tercih ettiler. Onlara ölümlerinden sonrakini de süslü gösterdiler.» Ve on­ları Ahiret emirlerini yalanlamaya çağırdılar.» îbn Abbas Ellerinin önündekinden maksat Ahiret emirleri, arkalarındakinden maksat ise dünyaya teşvik etmektir» diyor. Onlar üzerinde kavi hak oldu»; yani onlardan önce kâfir üm­metlerin Üzerine vacip olan azap onlara da vacip oldu. Bu Kur'an'î dinlemeyin», yani O'na itaat etmeyin. Onda lağv yapınız»; İbn Abbas'a göre, Muhammed Kur'an okuduğu zaman onun yüzüne karşı bağırın ki ne dediğini bilme-sin» demektir. Bazıları Onlar Kur'an'a karşı aciz kaldıklarında bu bağınşmalara başvurdular» demişlerdir. Mücahid Islık çal­mak, el çırpmak, karmakarışık konuşmalar yapmak suretiyle ona müdahale edin ki o da mânâsız bir işe dönüşsün» demiştir. Dah-hak ise Çok konuşun ki Muhammed karıştırsın» demiştir. Kâfirler ateşte dediler ki Rabbimte! Cinlerden ve İnsan­lardan bizi saptıran iki kişiyi bize göster.» Bu iki kişiden maksat İblis ve Habü'i öldüren Kabil'dir. Bu yorum İbn Abbas ve tbn Mesud'dan gelmiştir. Şu merfu hadis, bu yorumu desteklemektedir Hiçbir müslüman yoktur ki zuU men öldürülsün de ük katil olan Ademoğlu Kabil'in boynunda onun günahının bir dengi olmasın. Çünkü ük öldürmeyi o adet et­miştir» Tirmizi. Bazıları Burada cins kastedilmiş ve tesniye kullanılmıştır, çünkü cinler ve insanlar ayrı cinstir» demişlerdir. Esfelinden olsunlar», yani ateşin en alçak derekesinin ehlin­den olsunlar. [9] Meal 30- Rabbimiz Allah'tır» eleyip sonra istikamet üzere yürü­yenlerin üzerine melekler inerler ve onlara Korkmayın, üzülme­yin. Size vaadolunan cennetle sevinin» derler. 31/32- Biz dünya hayatında da Ahiret'te de sizin dostları­nız ve yardımcılarınız». Çok affeden, çok merhamet eden Allah dan bir ziyafet olmak üzere burada canlarınızın çektiği her şey sizindir. Burada istediğiniz her şey vardır.» 33- Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve Şüphesiz ki ben müslümanlardamm» diyenden daha güzel sözlü kim vardır? 34- İyilikle kötülük bir değildir. Ey Rasûlüm! Sen kötülüğü en güzel olanla önle! O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan bir kimse sanki yakın bir dostun oluvermiştir. 35- Bu haslete, ancak sabredenler kavuşturulur. Buna an­cak büyük pay sahibi olan kimse eriştirilir. 36- Eğer şeytandan kötü bir düşünce, seni dürtecek olursa derhal Allah'a sığın. Çünkü o hakkıyla işiten, kemaliyle bilendir. 37- Gece de, gündüz de, güneş de, ay da O'nun ayetlerin-dendir. Eğer sadece Allah'a ibadet ediyorsanız güneşe de, aya da secde etmeyin. Onları yaratan Allah'a secde edin! 38- Yine de onlar büyüklük taslarlarsa bilsinler ki Rabbi-nin yanında bulunanlar melekler, gece gündüz Onu teşbih 'i ederler ve hiç usanmazlar. [10] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 30-38 Rabbimiz Allah'tır» deyip...» Bu Ayetlerin Tefsiri Ata'nın îbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre 30, 31 ve 32. ayet­ler Hz. Ebubekir Sıddık hakkında nazil olmuştur. Çünkü müşrik-ler Bizim Rabbimiz Allah, melekler de onun kızları; putlar da bi­zim Allah katında şefaatçilerimizdir» dediklerinde Hz. Ebubekir Rabbimiz, sadece Allah'tır. Onun ortağı yoktur. Muhammed onun kulu ve Rasûlü'dür» demiştir. Onlar üzerine melek iner», yani ölüm halinde. Bunu îbn Zeyd ve Mücahid söylemiştir. Katade ve Mukatil Kabirlerinden haşr için çıktıklarında demektir» demişlerdir. İbn Abbas Bu bir müj­dedir, Ahiret'te melekler tarafından onlara verilir» demektedir. Veki' ve İbn Zeyd ise Üç yerde müjde verilir Ölüm anında, kabir­de ve haşr anında» derler. 32. ayetin metnindeki Nuzulen» kelimesi rızık ve ziyafet mâ­nâsına gelir. Bu ayetin tafsilatı Al-i İmran Suresi'nde geçmişti. Bazıları Nuzulen, nazilin çoğuludur» demiştir. Yani indiğiniz anda, cennete girdiğiniz anda sizin için istedikleriniz vardır. Allah'a davet eden, iyi iş yapan...» cümlesi Kur'an hakkında lağv yapm» diyenlere bir kınama, bir tevbihtir. Ayetin mânâsı Kur'-an'dan daha güzel hangi söz olabilir? Allah'a ve sadece O'na iba­dete çağıran Hz. Muhammed'den daha güzel sözlü kim olabilir? şeklindedir. îbn Şirin, Süddi ve Hasan Basri Bu, Allah'ın Rasûlü'dür» demiştir. Hasan Basri, bu ayeti okuduğu zaman Bu, Allah'­ın Rasûlü, Allah'ın habibi, Allah'ın dostudur. Allah'ın mahlûklar arasında seçtiğidir. Allah onun çağrısını kabul etmiştir. Onun için kabul ettiği çağrıya insanlan da çağırmıştır» demiştir. Aişe validemiz, Ikrime, Kays bin Ebi Hazim ve Mücahid Bu ayet müezzinler hakkında nazil olmuştur» demişlerdir. İbn'ul-Arabi Birincisi daha sıhhatlidir. Zira ayet Mekkî'dir, ezan ise Medine Dönemi'nde nazil olmuştur» der. Ezan ancak bil-mânâ bu ayetin kapsamına girmiş olur. Zira bu ayet indiği zaman ezanı kapsamak kastı güdülmemekteydi. Başka bir yorum daha vardır ve en güzeli de odur. Hasan Bas­ri şöyle diyor Bu ayet Allah'a çağıran herkes için inmiştir». Kays bin Hazm da Bu ayet her mümin hakkında inmiştir» diyor. Kim ki salih amel işlerse» ifadesinin mânâsı ezan ile ikame arasındaki namazdır. Ebu Umame böyle dedi. Çünkü onun dedi­ğine göre Rasûl-ü Ekrem ezan ile kamet arasında iki rekât namaz kılmıştır. Ikrime'ye göre Kim salih amel işlerse» cümlesinin mânâsı Namaz kılar ve oruç tutarsa»6ıx\ Yani şu gelen üç noktaya dik-kat edip 1- Yani Allah'ın tevhid ve taatine davet ederse. 2- Taatleri işlemek, haramlardan sakınmak suretiyle salih amelde bulunursa, 3- Islâmı din edinip Rabbine ihlasla dönüş yaparsa, O in­sanların söz bakımından en güzelidir. Hasene ile seyyie bir olmaz». îbn Abbas Hasene lâ ilahe iÜ lâllah, seyyie de Allah'a ortak koşmaktır» demiştir. Bazıları Ha­sene taat, seyyie şirktir» derler. Kötülüğü, en güzel olan şeyle sav» cümlesi savaşı ilân eden ayetle neshedilmiştir. Bunun artık mustahab olanı kalmıştır. İbn Abbas Hüminle, sana karşı cehalet işleyen cahilin cehaletini dc-fet demektir» der. Buna ancak sabredenler kavuşturulur» cümlesindeki zamir, bu şerefli fiil veya şerefli haslete, ancak öfkelerini yutan, eziyet­lere sabreden, ancak hayırdan büyük bir nasibi olan kavuşur mâ-nâsmdadır. Büyük nasib»ten maksat, Katade ve Mücahid'e göre cennet­tir. Yulekkaha» fiilinin sonundaki zamir, bazı müfessirlere göre cennete racidir. Yani cenete ancak sabredenler mülaki olurlar. Rabbinizin katında bulunup da gece gündüz teşbih edenler» den maksat meleklerdir.. İbadet onları usandırmaz. Evet, bu ayet secde ayetidir. Hangi lâfızda secde edileceği hususu ihtilaflıdır. Ma­lik Eğer O'na kulluk yapıyorsanız kelimesi okunduktan sonra secde yapılacaktır» diyor. Hz. Ali ve İbn Mesud, Ta'budune, O'na kulluk yapıyordunuz mânâsını ifade eden fiil okunduğunda sec. de edilir» demişlerdir. İbn Vehb ve Şafii Onlar usanmazlar» lâf. zı okunduktan sonra secde edileceğini söylemişlerdir. Ebu Hanife de aynı görüştedir. îbn Huveyzi Mendad Bu ayet ay tutulması husuf, güneş tu­tulması kusuf namazını içermektedir» diyor. Bunun nedeni Arap-lar'ın Ay ve güneş ancak büyük bir insanın ölümü anında tutulur­lar» demeleridir. Hz. Peygamber bunun üzerine kusuf namazım kıl-mıştır. Kusuf namazı Buhari, Müslim ve diğer sahihlerde de sa­bittir. Fakat nasıl kılınacağı hususunda, bunun keyfiyetinde ihtilâf vardır. Sahih-i Buhari'deki rivayet kâfidir. Zira bu hususta o ken­disine güvenilen bir eserdir. [11] Meal 39- O'nun Allah'ın ayetlerinden biri de şudur Sen yer­yüzünü boynu bükük ve kupkuru görürsün. İşte yeryüzü a hal­de iken biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman hareket eder ve kabanr. Ona can veren Allah elbette ölüleri de diriltendir. O her şeye kadirdir! 40- Ayetlerimiz konusunda doğruluktan ayrılanlar bize giz­li kalmazlar. Öyle ise ateşin içine atılan mı yoksa Kıyamet Günü güvenle gelen mi daha iyidir? Dilediğinizi yapın. O, yaptıklarınızı görmektedir. 41- Kendilerine geldiği zaman zikri Kur'an'ı inkâr eden­ler de bizim malûmumuzdur. Kuşkusuz ki o, muhkem bir ki­taptır. 42- Ne önünden ne de arkasından o kitaba bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi ve övülen bir zatın katından indirilmiştir. 43- Ey Rasûlüm! Sana sadece, senden önceki peygamber­lere denilenler söylenmektedir. Şüphesiz ki senin Rabbin hem mağfiret, hem de elem verici azap sahibidir. 44- Eğer biz onu yabancı dilde bir Kur'an kılsaydık mu­hakkak Ayetleri türlü türlü açıklanmalı değil miydi? Arap bir muhataba Arapça olmayan bir kitab mı?» derlerdi. Ey Rasû­lüm! De ki O iman edenler için hidayet ve şifadır, tman et­meyenler ise, onların kulaklarında ağırlık vardır. Kur'an onların üzerinde bir körlüktür. Sanki uzak bir yerden çağrılıyorlar. 45- Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı Tevrat'ı verdik. Onda da ihtilâf edildi. Ey Rasûlüm! Eğer Rabbinden bir söz geçmiş ol­masaydı aralarında derhal hükmedilirdi. Onlar Kur'an hakkın­da şüpheci bir tereddüt içindedirler. 46- Kim salih bir amel işlerse hiç şüphe yok ki bu kendi lehinedir. Kim kötülük yaparsa o da onun aleyhinedir. Ey Ra­sûlüm! Rabbin kullarına asla zulmedici değildir. [12] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 39-46 O'nun Allah'ın ayetlerinden biri de...» Bu Ayetlerin Tefsiri Ayet metnindeki Haşieten» kelimesi kupkuru ve çekilmiş de­mektir. Üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer ve şişer». Buradaki sudan maksat yağmurdur. Yağmur yere düştükten sonra yer bitkileri bitirmek üzere şişer ve bitkiler topraktan fırlar, dışa­rı çıkarlar. Yeri ölümünden sonra dirilten Allah ölüleri de haşre gönder­mek suretiyle dirilticidir». Allah her şeye —ki ölüleri diriltmek de dahildir— kadirdir. Sonsuz bir kudrete sahiptir. 40. ayetin metnindeki Yîdhidune» fiili Kur'an ayetlerini tevil etmekle inhiraf ederler demektir. Yani sıhhat ve doğrulukla yapı­lan tevili bırakır, bâtıl mânâlarla onları yorumlarlar. Katade İlhad burada yalanlamak mânâsındadır» der. Müca-hid'e göre Islık çalmak, et çırpmak, lağv yapmak» demektir. Bu takdirde ayetin mânâsı şöyledir Doğru olana meyledip ayetlerin şanına lâyık olanı bırakıp, tersine gidenler Kur'an'ı yalanlıyorlar demektir. Ayâtina» kelimesinden, Allah katından gelen bütün kitaplar kastedilmiş olabilir. İlhad'dan da maksat lâfzı tağyir ve tebdil et­mektir. Tabii bu ilhad sadece Kur'an'da yapılmamıştır. Ebu Malik Ayât» kelimesini delillerle tefsir etmektedir. Ayet­lerin hakkındaki ilhad, onların delâlet ettiği mânâlara tân etmek ve bu mânâlardan yüz çevirmek demektir. Onların ihladlarından dolayı cezaları bize gizli kalmaz» aye­ti onlar için bir tehdittir. Acaba ateşe atılanlar mı daha hayırlıdır yoksa Kıyamet Gü-nü'nde emin olarak gelen mi» cümlesi cezanın keyfiyetine ve nasıl olacağı hususuna dikkati çekmektedir. Bu ayet kâfirler ve mümin­ler hakkında geneldir. Dilediğinizi yapın» cümlesi kâfir ve mülhidler için şiddetli bir tehdittir. Yoksa Cenab-ı Hak burada onlara dilediklerini yap­malarını emrediyor değildir. Zikirden maksat Kur'an'dır. Yani Kur'an onlara gelir gelmez, aradan herhangi bir zaman geçmeden, Kur'an hakkında düşünüp tefekkür etmeden hemen inkâra kalkıştılar. Kesinlikle o zikir, aziz bir kitaptır. Yani onun benzeri yoktur. Veya onunla gerçek mânâ­da hiç kimse muaraze edemez. Bazıları Aziz, yani bütün kitapları neshetmiştir demektir» dediler. İbn Abbas Allah katında kerimdir mânâsına gelir» demek­tedir. [13] Rabbimizin Cezası Kesinlikle Rabbin mağfiret ve elem verici cezanın sahibidir»[14] Kit Ab Burada Neye Benzetilmiştir? O kitaba hiçbir taraftan bâtıl katılamaz»; önünden ve arka. sından bâtıl gelmez. Yani hiçbir tarafından bâtıl ona nüfuz edemez. Burada kitap, bahçesini her taraftan koruma altına alan bir kimseye benzetilmektedir. \O bahçeye düşmanları giremezler. Kur'­an da Cenab-ı Hak'kın aşılması mümkün olmayacak şekilde hima­yesi altındadır. Veya Kur'an'a geçmiş haberler, gelecek emirler hakkındaki cihetlerine bâtıl katılamaz. Hamîd» kelimesi çok övülen demektir. Cenab-ı Hak vermiş olduğu nimetlerden dolayı kullan tarafından övülür. O nimetler­den biri de Kitab-ı indirmesidir. Cenab-ı Hak'ka hâl lisaniyle ham-detmek, nimete inazhar olan her şeyden gelir. Dil ile ona hamdet-mek de hamdetmeye muvaffak olanlardan gelir. 41. ayetin başındaki İnne» kelimesinin ismi ellezînedir. Ha­beri hususunda değişik yorumlar getirilmiştir. Bir grup, Kendi­lerine zikir geldiğinde onu inkâr eden muanniddirler; helak olmuş­lardır» demiştir. Yani haberi muannidun veya halikun kelimesi olarak takdir edilir. 43. ayet Rasûl-ü Ekrem için bir tesellidir. Yani kavminin için­deki kâfirlerin senin ve sana gelen Kur'an hakkında söyledikleri, senden önceki peygamberler ve onlann kitaplan için de söylen­miştir. Yani bu tan, bu hücum sadece sana değü, senden önceki peygamberlere de yapılmıştır. cümlesi sabrın nedenini teşkil eder. Sanki şöyle denilmektedir Sana ancak senden Önceki peygamberlere söylenenler denilmekte­dir. Onlar sabır gösterdiler. Sen de sabret. Çünkü Rabbin dostları için büyük bir mağfiret sahibi, düşmanları içinse elem verici bir ceza sahibidir. Dostlarına yardım edecek, düşmanlarından da in­tikam alacaktır. [15] Acem Dilinden Maksat Nedir? 44. ayet müşriklerin Niçin Kur'an acem yabancı dille in­medi?» diye itiraz edenlere cevaptır. Eğer biz o zikri Kur'an'ı Arapça olmayan bir dille indirseydik, ıdçin ayetleri bizim anladu ğımız bir dille açıklanmamış diye itiraz edeceklerdi.»' Ve kitap yabancıdır ve muhatapları da Araplar'dır, diyerek inkâra kaçacak­lardı. Hulâsa; eğer Kur'an onların istedikleri şekilde indirilmiş ol­saydı Kur'an'ı yine inkâr edeceklerdi ve şöyle diyeceklerdi Sen nerede, Acemler nerede? Veya biz nerede, Acemler nerede? A'cemiyyun» kelimesinin başındaki hemze, istifham harfidir. İkinci hemze ise kelimenin esasındandır. Cumhur A'cemiyyun» şeklinde okumuşlardır. Bunun aslı A'cem'dir. Bundan maksat da kelâmı anlaşılmayan kişi, dilinde pelteklik veya gariplik olması nedeniyle sözleri anlaşılamayan kişidir. O kâfirlerin sözlerini reddetmek maksadıyla de ki O, iman edenler için hüdadır», yani hakka hidayet edicidir. Şifadır, yani göğüslerdeki şek ve şüpheyi sökücüdür. İman etmeyenlere gelin­ce, onların kulaklarında ağırlık vardır. Onlar işitmezler. O Kur'an onlar üzerinde bir körlüktür.» Bu cümlede Cenab-ı Hak Lam» değil Alâ» harfini kullanmış­tır. Bu körlüğün, onların her tarafını istila ettiklerine işaret eder. îşte bu sıfatlara sahip olanlar adeta uzak bir yerden çağrılmaktadırlar. Bu cümle onların anlayışsızlıktaki hallerini, Kur'an'dan ya­rarlanmadıklarını temsil etmektedir. Sanki uzak bir mesafeden ça­ğırılan, sesi işiten fakat manâsım ve tafsilatını anlamayan veya se­si de işitmeyen, mânâyı da anlamayan kimseler gibi onlar da uzak­tan çağrılmaktadırlar. Lügat alimleri, anlamayan bir kimse için Sen uzak bir yer­den çağrılmaktasın» demişlerdir. Kur'an'da bu mânânın kastedildi­ği hususu, Hz. Ali'den de rivayet edilmiştir. Mücahid ve Dahhak Kur'an burada hakikati üzerindedir. On­lar Kıyamet Günü'nde kâfirlikleriyle, çirkin amelleriyle, en çirkin isimleriyle uzaktan çağınlmaktadırlar. Ki bu çağrıyı haşrdeki bü­tün insanlar işitir. Böylece onların aleyhindeki bu propaganda bü­yüdükçe büyür; musibetler arttıkça artar» demektedirler. Hulâsa Kur'an müminler için şifadır, hidayet edicidir. Şüphe­leri defetmek için kâfidir. Onun için müminlerin diliyle gelmiştir, mucizdir. Onların nefislerini olduğu gibi, başkalarını da açıklayı­cıdır. İman etmeyenler ise bu faydadan uzaktırlar. Andolsun, Musa'ya kitabı verdik» cümlesi mustenifedir. Ki­taplar hakkında ihtüaf etmenin eski ümmetler için de vaki olduğu ve bunun eski bir adet olduğu bilinmektedir. Ey Muhammedi Sa­dece senin kavmine mahsus değildir. Bu, tıpkı şu ayet gibidir Sa­na ancak senden önceki peygamberlere söylenilen söylendi.» Ayetin hulâsası şudur Andolsun ki biz Musa'ya Tevrat'ı ver­dik. İsraüoğullan onda ihtilâfa düştü. Kimisi tasdik etti, kimisi de yalanladı. Senin kavminin de Kur'an karşısındaki durumları böy. ledir. Kimi iman eder, kimi kâfir olur. Eğer Kur'an'ı yalanlayan ümmetin hakkında Cenab-ı Hak'kın vaadi olmasaydı —ki Allah Kı-yamet'te müminler ile kâfirler arasında hükmedeceğini vaadetmek-tedir, meselâ Kıyamet onların vaadedildiği yerdir» ayetinde veya Lâkin onları belli bir ecele tehir ediyor» ayetinde olduğu gibi Kur'an'ı yalanlayanların köklerini kazımak suretiyle hükmedile-cekti. Kavminin kâfirleri Kur'an hakkında ızdırab verici bir şüp­he içindedirler. Veya yahudiler Tevrat hakkında vesvese verici bir şüphe içerisindedirler. Kim kitaplara iman eder, onların muktezasınca amelde bulu­nursa bu ameli kendisi için yapmış olur. Yani yaran kendisine ait­tir. Kim kötülük yaparsa zararı onundur, başkasına değildir. Rab-bin kullara zulmedici değildir. Çünkü zulmün Allah'tan sadır ol­ması muhaldir. [16] Meal 47- Kıyamet'in ne zaman kopacağını bilmek Allah'a aittir. O'nun ilmi olmadıkça hiçbir yemiş kabuğundan çıkmaz. Ve hiç­bir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. O gün Allah onlara Bana eş koştuğunuz ortaklarım nerede?» der. Onlar da İçimizden bu­na şehadet edecek bir kimsenin bulunmadığını sana bildirdik» derler. 48- Daha önce çağırdıkları taptıkları mabudlar onlardan uzaklaşıp kaybolmuştur. Onlar kendileri için kaçacak bir yer ol­madığını anlamışlardır. 49- İnsan hayrı istemekten usanmaz. Fakat kendisine bir şey dokununca hemen üzülür, ümitsizliğe kapılır. 50- Eğer insana dokunan kötülükten sonra ona tarafımız­dan bir rahmet tattırsak muhakkak Bu benim hakkımdır. Kı­yametin kopacağını sanmıyorum. Andolsun ki Rabbime döndü rül-sem bile O'nun katında benim için daha güzeli vardır» der. Biz kafirlere yaptıklarını muhakkak haber vereceğiz ve onlara ağır bir azabtan da muhakkak tattıracağız. 51- Biz insana nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir; yan çi­zer. Kendisine bir şer dokunduğu zaman da yalvarıp durur. 52- Ey Rasûlüm! De ki Bana haber verin. Bu Kur'an Allah tarafından olduğu halde ona inanmıyor, onu tanımıyorsa­nız haktan uzak bir ayrılık içinde kalan kimseden daha sapık kim olabilir?» 53- Biz onlara, ayetlerimizi ufuklarda da kendi nefislerin­de de göstereceğiz ki onun Kur'an'm hak olduğu kendilerine apaçık görünsün. Ey Rasûlüm! Rabbinin her şeye hakkıyla şa-hid olması sana yetmez mi? 54- İyi bilin ki onlar Rablerine kavuşmak hususunda şüphe içindedirler ve iyi bilin ki o her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. [17] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 47-54 Kıyametin ne zaman kopacağını...» Bu Ayetlerin Tefsiri Saatin ilmi Allah'a havale edilir»; yani Kıyametsin ne zaman kopacağı sorulunca Allah bilir» veya Onu ancak Allah bilir» şek­linde cevap ver. Bu cümleden maksat, bu gibi suallere müminlerin nasıl cevap vereceklerini öğretmektir. İki cevap ta saat ilminin Cenab-ı Hak'ka mahsus olduğunu göstermektir. Onu ancak Allah bilir» cümlesinden bu zaten açıkça anlaşılmaktadır. Allah bilir» cümlesi ise sana bir sual sorulduğunda, sen Falan adam onu bi­liyor» dersen, bunun mânâsı, onun bilgisinin sende olmadığını söy­lemen demektir. Ekmam» kelimesi Kimm» kelimesinin çoğuludur. Meyvenin kabuğu, çiçeği demektir. Yani çiçeklerinden, kaplarından çıkan meyveleri, dişinin yüklendiği ile bıraktığı hamli ancak Allah'ın il­miyle olur. Hatırlat o günü ki, onlara Sizin iddia ettiğiniz ortaklarınız nerede? diye seslenilir». Cenab-ı Hak bu çâğn ile onlan tahkir et meyi, hafife almayı kastetmektedir. îşte o çağırılanlar da şu ce­vabı verirler Sana, içimizde onların sana ortak olduğuna şahitlik edecek kimse olmadığına dair haber verdik. Onların daha önce çağırdıkları, kendilerinden uzaklaştılar. On­lar bir kaçış yeri olmadığına kesinlikle inandılar. Zan» kelimesi burada kesinlik mânâsı ifade eder. Nitekim Süddi böyle söylemiştir. Zarının ilim kesinlik mânâsına geldiği çok variddir. Manisa kelimesi kaçış yeri demektir. İnsan durmadan nzık-ta genişlik ve maişet sebepleri ister. Fakat ona bir darlık, bir zor­luk dokundu mu o, Allah'ın lütfundan ümitsiz olur, rahmetinden ümidini keser. Bu, kafir insanın sıfatıdır. Nitekim ayet de, Velid bin Muğire veya Utbe bin Rebia hakkında nazil olmuştur. Rabbime götürülsem bile muhakkak ki onun yanında benim için daha güzeli vardır». Kâfir bir kişi, dünyada zengin olduğu za­man bunun Allah'ın keremi olduğunu düşünmez. Bu benim hak­kımdır, bunu aklımla kazandım, Ahiret'e inanmıyorum, fakat var­sa, orada da en güzel nasib benim olacaktır der. 52. ayetteki Eraeytum» tabiri, bana haber verin demektir. Şikak» kelimesi ise hilaf mânâsını ifade eder. Şikakta olanlar mu­hataplardır. Yani eğer Kur'an Allah katından gelmişse, sonra da siz onu inkâr ederseniz, bana haber verir misiniz, sizden daha sapik kim vardır? [18] Allah'ın Afaki Ve Enfusi Ayetleri Biz onlara ayetlerimizi afakta ve nefislerinde göstereceğiz.» Ayetler burada Rasûl-ü Ekrem'in halifelerinin ve ashabının eliyle yapılan fütuhattan kinayedir. Çünkü bu fütuhatlar İslâm'ın kuv­vetine, müslümanlann hak üzerinde olduğuna delâlet etmektedir. Bâtılın ve bâtıl üzerinde olanların çok zayıf bir durumda olduk. larını ifade eder. Afak» kelimesi etraf demektir. Tekili ya ufuk veya efaktir. Yani onlara etrafta ayetlerimizi umumi olarak, doğudan batıya, şimalden cenuba kadar göstereceğiz. Bu gösterme mutlaka ola­caktır. Ayrıca nefislerinde Arap Yanmadası'nda göstereceğiz ki onlara Kur'an'ın hak olduğu görünsün. Ona ne önden ne arkadan, ne sağdan ne soldan, hiçbir cihetten bâtıl karışamaz, O hakkın ta­mamıdır, Allah katından gelmiştir. Allah da her gayb ve şehadete muttalidir. Bunun için Kur'an'ı yüklenenlere yardım etmiştir. Bun­da Cenab-ı Hak'kın Kıyamet'e kadar fethi müslümanlara müyesser edeceğine dair işaret vardır. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?» cümlesi birçok şekilde tefsir edilmiştir. Meselâ Onlar afakta ve nefislerinde gös­terilen ayetlerin Kur'an'ın hak olduğuna delâlet ettiğini inkâr etti­ler. Cenab-ı Hak'kın her şeye muttali olması, her şeyi bilmesi, se­nin galib onların da mağlûp edilmesini gerektiren hallerini ve on­ların hallerini bilmesi onlara delil olarak yetmez mil» Mekke'nin dışında kalan ufuklar dünyanın etrafıdır. Nefisle, rinden maksat, daha önce söylediğimiz gibi Mekke'dir veya ruh­ları, özleri demektir. Evet, bu ayet Kur'an ayetlerinin diğer ufuk­larda olduğu gibi Arap Yarıma,dası'nda da yayılacağını ve o zaman hakkın ortaya çıkacağını bize haber vermektedir. Bu, Kur'an'ın bir mucizesidir. Ufuklar dış, nefisler de iç dünyadır. Kur'an ayetlerinin iç ve dış mânâları olduğu ileri sürülmüştür. Yine bu ayetten ilmin iki önemli kaynağı olduğu anlaşılmaktadır Duyulara dokunan dış dünya ve insanın iç hazırlıklarıdır. Düşünce neticesinde insanın bilgisinin bu iki kaynaktan doğup geldiği görülmektedir. 54. ayetin metnindeki Mirye» kelimesi büyük bir şüphe de­mektir. Yani onlar Kıyamet'in kopması hususunda büyük bir şüp­he içerisindedirler. Zira ölüler paramparça olmuş, toprağa karışmıştır. Onların yeniden biraraya getirilerek diriltilmesi onlara çok uzak bir ihtimal olarak görülmektedir. iyi bilin ki O her şeyi kuşatmıştır.» Bu ayet o büyük şüpheye terettüp eden korkunç durumu açık­lamaktadır. Yani Cenab-ı Hak her şeyi en mükemmel şekilde bi­lir. Gizli olan şeylerin hiçbiri O'na gizli kalmaz. Allah onlara kü. türlerinden ve bu şüphelerinden Ötürü ceza verecektir. Bazıları Bu cümle onların şüphesini, haşr hakkındaki sekle­rini ortadan kaldırmak içindir» demiştir. Yani Allah bütün eşya­yı, tafsillerini bilicidir. Onları yeniden, hiçbir şeyi eksik bırakmak­sızın biraraya getirmeye kadirdir. Bazıları Onlara ayetlerimizi afakta ve nefislerinde gösterece­ğiz ayetinin kâfirler için bir tehdid olduğunu söylemişlerdir. Yani müslümanlar Mekke etrafındaki bütün kıtaları fethedecektir. Onların nefislerinde» tabiri de Mekke'ye işarettir denilmiştir. Dahhak ve Katade Afak'tan maksat yeryüzünün kıtalarında peygamberleri yalanlayan ümmetlerdir. Nefislerinden maksat da Bedir Günü'dür» demişlerdir. Çünkü Bedir Günü hakkı .getirene Allah'ın yardım edeceğine, peygamberleri yalanlayanlara ise mağ­lubiyet vereceğine delâlet eder. Böylece bu Rasûl-ü Ekrem'in ve Kur'an'ın hak olduğuna delâlet etmiş olur. Yeryüzünün kıtalarında gösterilecek ayetlerden maksat, güneş, ay, diğer yıldızlar, rüzgârlar, dağlar; nefislerinde gösterilen ayet. ler de sanatın lâtifi,'hikmetin bediidir. [19] FÜSSİLET SURESİ'NİN SONU Bakara Süresi 34 Ayet Meali Hani biz meleklere ve cinlere Adem’e secde edin demiştik de İblis dışında hepsi hemen secde etmişlerdi. O yüz çevirmiş, büyüklük taslamış ve kafirlerden Süresi 34 Ayetin Tefsiri İblis Allah’a isyan arabasına binmeden önce Azazil adında bir melekti ve yeryüzünde yaşayanlardandı. Meleklerin ibadette en çalışkanı ve en bilgilisiydi. Zaten onu kibre götüren de bunlar oldu. Meleklerin cin adındaki bir Allah’ın İblis dışında meleklerin hepsi hemen secde etmişlerdi. O yüz çevirmiş, büyüklük taslamış ve kafirlerden olmuştu’ ayeti hakkında şöyle demiştir Allah’ın düşmanı İblis, yaptığı izzet ve ikramdan dolayı Adem’i kıskandı ve Ben ateşten o ise topraktan yaratılmış varlık’ dedi ve ilk işlenen günah kibir oldu. Allah düşmanı böbürlenerek Adem’e secde etmeye yanaşmadıResulüllah Allah Adem’e kendisine secde etmesini emretti, o da secde etti. Bunun üzerine Allah Sana ve evlatlarından secde edenlere cennet mükafatı vardır buyurdu. İblis’e de, kendisine secde etmesini emretti, o ise secde etmeyi reddetti. Allah da ona Sana ve evlatlarından secde etmeyenlere cehennem vardır buyurduBakara Süresi 35 Ayetin Meali BizEy Adem! Sen ve eşin Havva beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; yalnız şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz dediBakara Süresi 35 Ayetin TefsiriBakara Süresi 34 Ayetin Tefsiri Allah Adem’e meleklere ona secde etmelerini emretmesi ve İblis dışında tümünün secde etmesi ikramından sonra yaptığı ikramını haber vermektedir. Ona cenneti serbest yapmış, dilediği yerde bulunmasını, oradaki bol ve hoş nimetlerden dilediği kadar yemesini emretmiştir. rağaf’; rahatça, geniş ve bol manalarına biz demiştik ki ey Adem! Sen ve eşin hayat arkadaşın olan Havva şu cennette oturun orası sizin ikametgâhınız olsun. Dilediğiniz yerlerde onun yemişlerinden bol bol yiyin onlardan istifade edin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın onun meyvesinden yemeyin, yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz.Bunun üzerine gelecek cezadan dolayı nefsinize zulm ve gadr etmiş, böyle güzel, pek hoş bir cennetten çıkarılmış yenilmesi yasaklanan ağaçtan maksat, rivayetlere göre buğday veya üzüm veya incir veya kafur kesin veya açık bir delil bulunmadıkça bunu tayin etmemek en iyisidir. Nitekim Kur’an’ı Kerim’de de bu açıklanmamaktadır. Yasağa uyma hususunda hepsi de eşittir, belirlemeye ihtiyaç yoktur. Binaenaleyh biz bunu da Allah’ın ilmine havale ve büyük alim Taberi şöyle demektedir Bu hususta en isabetlisi şöyle demektir Allah Adem ile eşini cennet ağaçlarının sadece birinden nehyetmiş, onlar da ondan yemişlerdir. Bunun hangi ağaç olduğuna dair ise hiçbir bilgimiz bulunmamaktadır. Çünkü Allah ne Kur’an’da ne sahih Sünnette kulları için buna alamet olacak hiçbir şey buğday bitkisi olduğu, üzüm asması olduğu, incir ağacı olduğu… söylenmiştir. Onun bunlardan birisi olması muhtemeldir. Ancak bu, bilene bilmesi hiçbir fayda vermeyen, bilmeyene de bilmemesi hiçbir zarar getirmeyen bir bilgidir. Doğrusunu en iyi Allah Lügatte son derece tevazu ile, tezellül ile baş eğmektir. Buna “serf üm” lisanında ise ibadet kasti ile baş eğip alnı yere koymaktır. Bu secde yalnız Allah Tealaya Hz. Adem’e yaptıkları secde ise bunun ya lüğavi manası kast olunmuştur. Bunun manai şerifi kast olunduğu takdirde ise, bu Adem’in kadrini, şanını yüceltmek meleklerin ilaji emre ne kadar itaatli olduklarını göstermek için Hz. Adem’in bir kıblegahı makamında bulunmasından Bağlık, bahçelik yer demektir. Ahiret aleminde müminlere vaat edilen nimet ve saadet alemine de cennet denilmiştir ki, çoğulu Cennat ve cinandır. Bu otuz beşinci ayetteki cennetten maksat nedir? Biz bunu da Allah’ın ilmine havale ederiz. Bir rivayete göre bu, yer yüzünde bulunan ve ağaçlar ile kuşatılmış olan bir bostandan, bir mesireden ibarettir. Fakat, alimlerin çoğuna göre bundan maksat, asıl mevcut olup ahirette müminlerin nail olacakları bir sevap yurdundan, bir ebedi saadet aleminden ibarettir. Şüphe yok, Yüce Yaratıcı her şeye kadirdir. Dilediği mübâaek kulunu daha dünyada iken de cennetine kaldırıp orada yerleştirebilir. Bunu uzak göremeye asla mahal Adem Peygamberler tarihine ait kitaplarda genişçe yazılmış olduğu üzere bütün insanların İlk babası ve İlk peygamberidir. Cenab-ı Hak onu yer yüzünde bir hilkat harikası olmak üzere müstakillen topraktan yaratmış, kendisine ruh ile ilim ve irfan ihsan buyurmuş ve ona eş olarak ta “Havva” adındaki muhterem validemizi yaratmıştır. Hz. Adem ile Havva bir müddet cennette kalmışlar, bilahara yine yer yüzüne Hindistana, Havva da Cidde’ye indirilmiştir. Adem bilahara aldığı emre binaen Mekke-i Mükerreme tarafına gitmiş, orada Hz. Havva ile buluşmuştur. Rivayete göre Hz. Adem, bin veya dokuzyüzotuz sene yaşamış, vefatında Serendip dağında veya Mekke’de “Ebu Kubeys” dağında Şeytan demektir. Bu cin taifesinden bir ferttir. Küfre kabiliyetli bulunmuş, Adem’e secde etmekten kaçınmış bu husustaki ilahi emri doğru görmemiş, bu sebeple Allah’ın kahrına uğrayarak ebediyyen küfr içinde kalmıştır. Kendisi ve soyu öteden beri insanlığı saptırmaya çalışmaktadırlar. Bunların bu gizli, ruhi saptırma aldatmalarından kaçınmak, her akıllı mükellef insanın en mühim bir Yazılım / Mürşit 5 / Kur’an / Tefsir / Bilmenİbn Kesir / İbn Kesir Tefsiri –Tefsiru’l Kur’an’il Azim– / C1 / bkz 298-305 Ana Sayfa Kargo ve Teslimat İletişim Sipariş Takip Üye ol Üye Girişi Anasayfa Yeni Ürünler Yayınevleri Kategoriler Yazarlar Çok Satanlar Kitaplığı 9789753503112 133985 Fussilet Suresi 2 Ha-Mim Sureleri Belaği Tefsiri İşaret Yayınları Ha-Mim ailesinin ikinci suresi olan Fussilet Suresi tefsiri de heyecanla ve gerçekten büyük bir zevkle okuduğum ve aynı duygularla tercüme etmeye çalıştığım bir kitap çalışmalar esnasında benzerini görmediğimiz kadar derinlemesine çalışılmış, sadece tefsir edilen surede değil gerektiğinde bütün Kur'an-ı Kerim'deki ayetler arasındaki ilişkiler, benzerlikler ve farklılıklar üzerinde düşünülmüş, ayetleri anlamakta son derece büyük bir önemi olan Belağat İlmi'nin mükemmel diyebileceğimiz bir uygulaması haline gelmiş bir tefsir olması ve yazarın Türkiye'de akademik çevrelerde dahi pek tanınmaması bu kitapların tercüme edilmesi için etken oldu. Arap Dünyası'nda çok iyi tanınan ve ömrünü Belağat İlmi'ne vermiş yazarın en verimli çağında yazmış olduğu bu tefsirlerin Türk İlim Dünyası'nda da hak ettiği yeri bulacağından eminiz. Açıklama Taksit Seçenekleri Yorumlar Açıklama Ha-Mim ailesinin ikinci suresi olan Fussilet Suresi tefsiri de heyecanla ve gerçekten büyük bir zevkle okuduğum ve aynı duygularla tercüme etmeye çalıştığım bir kitap çalışmalar esnasında benzerini görmediğimiz kadar derinlemesine çalışılmış, sadece tefsir edilen surede değil gerektiğinde bütün Kur'an-ı Kerim'deki ayetler arasındaki ilişkiler, benzerlikler ve farklılıklar üzerinde düşünülmüş, ayetleri anlamakta son derece büyük bir önemi olan Belağat İlmi'nin mükemmel diyebileceğimiz bir uygulaması haline gelmiş bir tefsir olması ve yazarın Türkiye'de akademik çevrelerde dahi pek tanınmaması bu kitapların tercüme edilmesi için etken oldu. Arap Dünyası'nda çok iyi tanınan ve ömrünü Belağat İlmi'ne vermiş yazarın en verimli çağında yazmış olduğu bu tefsirlerin Türk İlim Dünyası'nda da hak ettiği yeri bulacağından eminiz. ÇevirenFatma Serap Karamollaoğlu Taksit Seçenekleri Taksit Sayısı Taksit tutarı Genel Toplam Taksit Sayısı Taksit tutarı Genel Toplam Taksit Sayısı Taksit tutarı Genel Toplam Yorumlar Yeni Yeni Yeni Yeni Yeni Yeni Yeni Yeni Yeni Yeni

fussilet suresi 34 ayet tefsiri